Dünyalılar Egonyalılara Karşı

Fantastik edebiyata pek merakım yoktur. Daha gerçeğe yakın, daha doğal şeyleri seviyorum hemen her konuda. Lakin şöyle bir durup düşününce, aslında yaşadığımız hayat fantastik öykülere çok benziyor gibi geliyor zaman zaman.

Dünyada iki tür varmış mesela. Öyle düşünüyorum. Dünyalılar ve Ego-nyalılar... Her doğan velet, iki tarafa çekilmeye de müsaitmiş. Türüne bakılmaksızın... Türler arası geçiş mümkünmüş. Çeşitli önkoşulları varmış. Başvuruyla filan değil, doğal bir gelişim içinde gerçekleşiyormuş her şey...

Dünyalılar ve Egonyalılar varmış hayatta. Dünyalıları anlatmaya gerek yok... Birkaç Yeşilçam filmi izlemek onları tanımaya yeter... Mesela Sana Layık Değilim'deki Osman gibiymiş dünyalılar. Türkan gibiymiş... (Sana Layık Değilim için tıklayınız.) Gülümsermiş onlar hayata. Onlar severmiş diğer insanları da... Diğerlerinin mutluluğu da değerliymiş.

Egonyalılar sonradan türemiş aslında... Belki de hep varmış da gizliden gizliye "şartların olgunlaşmasını" beklemişler. Çok başarılı kamuflaj teknikleri varmış onların. İnsan içinde görseniz insan sanırmışsınız. Tıpkı Dünyalılar gibilermiş. Öyle yeşil tenleri, uzun kulakları filan yokmuş yani. Şişkin egoları varmış sadece. Egoları vicdanlarını ve empati yetişen tüm arazilerini istila etmiş. Bir çeşit ruhsal mutasyon geçirmişler. Tıpkı dünyalılar gibi sabah uyanınca çişe gider, yüzlerini yıkar, dişlerini fırçalar, kahvaltı eder, belki kahveyle geçiştirirlermiş.Her tür biyolojik ve fizoylojik ihtiyaçları aynıymış Dünyalılarla. Onların içindeki canavarı ortaya çıkaran karşılarında bir Dünyalı görmekmiş.

Milyarlarca cephede adam adama savaşmaktaymış her gün Egonyalılarla Dünyalılar... Egonyalılar, Dünyalıları aşağı görür, kendilerini efendi, kendileriyle benzer bir seviyede olmayan herkesi de köle sanırlarmış. Duruşları daha dik, sözleri daha keskin olurmuş mesela. Onlar en çok dillerini kullanırlarmış bu sürüp giden savaşta. Dilleri kılıçtan keskinmiş. Tavırları, duruşları, bakışları.... Bunlar da sadaklarında bekleyen oklarıymış... Yaralarlarmış Dünyalıları. Öldürmek yokmuş bu savaşta. Dünyayı ele geçirmek, Dünyalılardan temizlemek değilmiş dertleri. Onlar yaralayarak mutlu olurlarmış... Dünyalılar hep bir miktar olmalıymış onlara göre. Çünkü o Egonyalıların özlerini, aç egolarını doyurmak için kullanmak gerekirmiş. Onların yok oluşu Egonyalıların da yok oluşu demekmiş. O yüzden bir Dünyalıda derin bir yara açıp da ölümüne neden olurlarsa üzülürlermiş. Dünyalıların vicdan azabına benzermiş belirtileri ama aslında kendileri içinmiş üzüntüleri.

Dünyalılar her gün her yerde karşı karşıya kalırmış Egonyalıların saldırılarıyla. Onlar için bir savunma savaşıymış bu sadece. Savunma taktikleri kararlaştırdıkları toplantılar yokmuş. Bireysel gibi görünen ama bir adım geriden bakılınca çok büyük bir savaşmış bu. Çok büyük bir savunma gayreti... En iyi savunmanın saldırı olmadığını bilirlermiş sadece. Çünkü saldırdıkları an, Egonyalıya dönüşürlermiş onlar da. Öyle bir lanet... Hayal bu ya...

Egonyalıların kılıçtan keskin dilleri, tek seferde atılabilen sayısız okları varmış. Her yaralandıklarında kullanabilecekleri silahları düşünürmüş Dünyalılar. "Biz de dilimizi kullansak," derlermiş, bir türlü kan akıtmaya, can akıtmaya, yaş akıtmaya elvermezmiş yürekleri. Bakışları hemen yumuşar, başları dolu başaklar gibi eğilirmiş...

Sonunda bir kale inşa etmeye karar vermişler etraflarına. Küçük küçük bireysel kaleler. Taştan kalelere, taştan kalplere inat, gülden kaleler inşa eder olmuşlar... Yara almalarını engellemezmiş, saldırıları durdurmazmış belki bu kaleler ama bu gülden kalelerin kokusuyla gayriihtiyari bir tebessüm yayılırmış yüzlerine. Tebessüm Dünyalıların en etkili ilacıymış. Dudaklardan başlayan tebessüm yavaş yavaş tesir edermiş insanların yüreğine...

Gülden kalelerinin harcında ne kullanmaları gerektiğine karar vermeleri çok zor olmamış. "Sabır muhakkak gerekli," demişler. "Olgunluk elzem," demiş bir başkası. "Hoşgörü," demişler... "Sevgisiz olur mu hiç?" demiş bir dede beyaz sakallarını sıvazlayarak. "Sevgi bizim gülden kalemizin güllerini her daim diri tutacak sudur," demiş. Hakvermiş herkes. Bir başkası "Umut olmalı muhakkak," demiş. "Temelsiz kale mi olur?"

Bir biçimde yaralanan ve Dünyalı kılığındaki Egonyalıların farkına varan herkes bir şeyler eklemiş kalenin harcına. Kimi öfkeyi muhafız diye dikmiş kapıya. Gülün dikeni de olurmuş elbet, safi güzellikten oluşamazmış hiçbir kale...

Bu savaş ne kadar sürer, galibi kim olur muamma, lakin Egonyalıların bazıları bu kalelerden yayılan gül kokusuyla büyülenerek terk edermiş Egonyalılığı... Gülden kalelerin dikeni batar, patlatırmış şişkin egolarını...

Böyle işte... Eklenecek başka ne olabilir bu kalelere?

Yorumlar

N.Narda dedi ki…
Bu yazıyı bir yerde değerlendirdin mi? Çok güzel. Naçizane fikrimce denemeye çok yatkın kalemin, naif hikayelere de.

Bu arada meşgulsun galiba? Herkes bizim gibi kaldırım mühendisi değil ki hergün yazsın :)
Kolay gelsin sana.
ena dedi ki…
Yazı bir anda çıktı aslında. Öylesine bir sohbet esnasında... Egonyalı olabilecek tarzda insanlardan bahsederken "Bu dünyadan değil onlar," deyince bir dost, aniden Ego-nya çıktı... Oradan devam etti. O nedenle doğrudan buraya ekleyiverdim.

Bu aralar meşgul müyüm? Aslında her zamanki kadar... Sadece küçük bir şehir değişikliği. Akrabaları ziyarete geldim, eskisi kadar sık giremiyorum. Girsem de çocuklar bırakmıyor yazayım. Bir yandan da çeviri yetiştirme telaşı...

Beğenmene çok sevindim ama... Teşekkür ederim...
Hepimize kolaylıklar dilerim efenim...
melike dedi ki…
Ablacım ,başlığına bir mana veremedim baştan açıkçası ; ama okudukça keyiflendim; aynı zamanda içlendim;bir iki satır hiçleneyim dedim :)
Şahane bir yazı olmuş ...ne yazık ki dünya ''tıpkı dünyalılar gibi sabah uyanınca çişe giden :)))'' Egonyalılarca istila edilmiş. Dünyalıların gülden kaleleri çoğalsın;egonyalıların egoları patlasın inşallah :)