
Uzunca bir zaman memleketten getirttiğim sigaraları içmiştim. Malum,
sigaranın fiyatı, uzaya fırlatılan bir roketle yarışacak bir hızla artıp
duruyordu ve benim sabit bir gelirim bile yoktu. Sigara stoğum tükendikçe
çalışmalarıma hız verip teslim eder, ödeme alırdım. Zamanla memleketten sigara
getirmek zorlaştı. Epey zaman bir çıkar yol aramış, sonunda pes etmiştim. Hemen her gün alışveriş yaptığım markette ümitsizce, "En ucuz sigara hangisi
ya?" diye sordum bir akşam. "Kaçak!" dedi her gün göre göre evde karşılaşsam şaşırmadan selam vereceğim kasiyer abi. "Onu biliyorum
da nerden bulacağız?" deyince az önce anlattığım apartmanı tarif etti. Tam
çıkarken de "Bak herkese vermez he, beni Abdül gönderdi de!" diye seslendi arkamdan.
Ben böylece tanıdım Paşa'yı. Zamanla rutin olarak görüştüğüm insanlardan birine
dönüştü.
(...)
Şehir dışından döndüğüm bir pazar akşamı, tam tezgahını toplarken
yakalamıştım Paşa’yı. Halbuki otobüste bankadan para çeker, gider sigaramı
alırım diye kurmuştum kafamda. Uzaktan, yazları kapı önüne koyduğu taburesini
içeri taşırken görünce onu, bir telaş koştum.
“Benim sigaradan bir karton alıcam da üzerimde para yok şimdi. İki dakikan
varsa şuradan çekip geleyim,” dedim.
“Estağfurullah abi, ne demek!” dedi. İçeriden kartonu siyah poşete koyup
getirdi. Bana vermeden önce elini cebine atıp bir tomar para çıkardı, iki
ellilik çekti içinden. “Bunu da al, yanında bulunsun,” dedi.
“Ha, yok, eyvallah. Bankada var para ya, sen kapıyorsun diye çekmeden
alelacele geldim,” dedim bir telaşla. Neredeyse banka cüzdanını filan çıkarıp
hesap dökümünü gösterecektim. Öyle bir telaş... Sanki ne olacaksa!
(...)
*Blog yazısı olarak başladım, bir baktım, öykü olmuş. Tamamını da bilahare eklerim bir ara.
Yorumlar