Mutluluğu Mutsuz Edenler

Zihninde kurduğu bir dünyada yaşıyordu o. İnandığı bir dünya. Hiçbir itirazım yoktu buna. Hatta biliyor musunuz, mutlu bile olabilirdim onun adına. Ama o, beni kendi dünyasının gerçekliğine inandırmaya çalıştı. Beni o dünyayı kabul etmeye ve dahası içinde yaşamaya zorladı.
Mutluluğun yer almadığı bir dünyası vardı. Kapısını çalan bütün mutlulukları kendine layık olmamakla, yeterince büyük olmamakla suçlardı. Sanırım
mutluluğu mutsuz etmeyi başarabilen tek insandı. Mutlu olabilenlere karşı kuvvetli bir öfke biriktirmese, belki bu bile kabul edilebilirdi. Ama mutluluğa kapısını açanları enayilikle, bir an olsun memnuniyet hissi duyabilenleri aptallıkla suçlardı.
Mutsuzluğu sevmez ama sımsıkı sarılırdı ona. Acıyla besleniyordu adeta. Ama başkalarının acılarını lezzetsiz, yavan buluyordu. Acılarını, gerçek acılarını bile içinde öfkeye dönüştürüyor ve insanların üzerine kusuyordu. Sonra da kusmuk kokmakla suçluyordu onları. Acıyı ona çok yakışan bir aksesuar, öfkeyi hayatla yegane iletişim biçimi sanıyordu galiba. Dedim ya, tuhaf biriydi.

"İnsan karşısındakini kendi gibi sanırmış," der dururuz ya. O, tam tersine, kendinden çok farklı, yanmaz yapışmaz, düşse kırılmaz bir şey gibi görüyordu karşısındakileri. Bir tek kendi kırılır sanıyordu. Hayatta bir tek onu seçer acılar. Zaman zaman ruhunu saran o rehavet, o dinginlik özlemi, her şeyden elini eteğini çekme dürtüsü yalnız kendine has sanıyordu. Ondan başka kimse yorulmazmış, hasta olmazmış, üzülmezmiş gibi yaşıyordu. Bunları yaşadığında öyle güzel anlatıyordu ki, onu ne kadar tanırsanız tanıyın, bir anlığına sizi anlayacağı yanılgısına kapılıyordunuz. Oysa o, kendisiyle aynı durumda olan birini tahayyül bile edemezdi. Karşısındakini onun olana el uzatan iğrenç bir hırsız gibi görür, öfkelenirdi.

Bazen alarmın çalmasına daha varken uyanır, yatakta uyuyormuş gibi yaparak alarmı bekler ya insan, onunla yaşamak, durmadan ertelenen bir alarmı uyanık beklemek gibiydi.

Yorumlar