"Ama vardım, kül bunun kanıtı."

"Ama yandınız, kül oldunuz."
"Ama vardım, kül bunun kanıtı."

Böyle diyor yazar. Okuduğum anı çok net hatırlıyorum. Eski evdeydim. Genelde kanepede yatardım. Arka odayı sevmezdim pek. Nedense oradaydım ama. Yatakta uzanmış kitabı okuyordum. Sonra yukarıdaki diyalog geldi. Bir süre devam edemedim.

Hani bazı anlar vardır. Aniden fren yapmış bir arabanın içinde savrulmuş gibi olursunuz. Ama emniyet kemeri takılı. Yani esnek değil. Geniş bir alana savrulmuyorsunuz da daha çok "zınk" gibi. Evet, "zınk" gibi anlatmak istediğimin tam ifadesi oldu. Ama araba örneğini vermem başka sebepten. (Sonraki paragraf sıkıcı gelebilir. Atlayın dilerseniz.)

Ben TM'ciydim. İlkokuldan beri de fen dersleriyle aram pek iyi olmadı. Lise 1'de kimyayı severdim bi'. Her neyse... Dediğim gibi çok hâkim değilim fen bilimlerine ama derslerden aklımda kalmış ya da sonraları o alanla ilgilenen arkadaşlarla edilen sohbetlerden edinilmiş birkaç şey, bazen sahiden hayatla iletişim kurmamda çok fayda sağlıyor bana. Bu "zınk" anları da onlardan biri işte. Arabanın içinde ilerlerken, fiziksel bir efor sarf etmediğimiz halde bizim de hareket halinde olduğumuz söylenir. Buna örnek olarak da fren yapıldığında öne savrulmamız verilir. Ya da "Dünya dönüyor da madem biz niye hissetmiyoruz ki?" diye sorduysanız siz de küçükken, muhtemelen "Çünkü biz de, dünya üzerindeki her şey de dünyayla birlikte dönüyor. O yüzden hissetmiyoruz," yanıtını almışsınızdır.

İşte o "zınk" anları, zamanın durduğu anlar bence. Zaman birden fren yapıyor bazen ve ruhumuz savruluyor kafamızın içinde. Alnınıza çarptığını hissetmiyor musunuz hiç? Kulakları da zorlar. Zamansızlığın bir sesi vardır. Uğuldar. Ya da zaman bir pencere açar, zamanın dışında ne kadar gürültü varsa kulaklara dolar. Öyle  oldu işte yukarıdaki cümleleri okuduğumda. Bazen durduk yere aklıma geliyor. Durmasa da yavaşlıyor zaman. Yokluğunun varlığı geliyor aklıma. "Yokluğun var," demiştim bir zaman. Sahi, yokluğunun varlığı bile ne güzel senin... Ya olmasaydı?

Geleceğim nokta daha fazlası değil. Sadece bunu söylemek için onca laf kalabalığı yaptım. Ama bazen iki fincan yapıyorum kahveyi, bazen iki bardak koyuyorum ya çayı, üşengeçlikten diyorum. Değil. Yokluğun geliyor o günlerde. Neler susuyoruz neler. Sen bilme.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
hangi kitap acep bu?
ena dedi ki…
Çok pardon, biraz gecikmeli gördüm yorumu:) Ayfer Tunç'un Taş-Kağıt-Makas kitabındaki Suzan Defter öyküsünde geçiyor alıntı. sanırım daha sonra Suzan Defter'i ayrı da bastılar.:)