Turfanda

Ailem bir süredir yanımda. Kışları seviyorum. Yalnızlığa alışmış bir ruh için zor tarafları var elbet. Yalnızlık özlenebilen bir şey. Fakat çoğu kez yanımdayken bile özlediğim sevdiklerim var benim. Mesela muhabbetin en keyifli anında aklıma düşüyor, bir zaman sonra gidecekler evlerine. Gözlerim doluyor. Vaktinden önce olgunlaşıyor içimde ayrılığın meyvesi. Turfanda...

Her şeyi kendimce, arzuladığım zaman yahut aklıma/gönlüme uygun bir sırayla yapmaya alışmış biri olarak sürekli birilerinin bana "şunu yap, bunu yap, onu bırak şimdi" gibi sözler etmesi beni yoruyor. Kafam karışıyor. Bir boşluğun içinde yaşıyormuş gibi oluyorum. Sanki aklım işlemeyi bırakıyor. Ne yapacağımı bilemiyorum. Üstelik annem bir şey yapmamı söylüyor, tam onu yapacağım babam arkasından çok alakasız bir şey istiyor. Sonra üçümüz birden yok öyleydi, yok böyleydi bir curcunanın içine giriyoruz.

O an birden bire kendi içimden çıkıp dışarıdan bakıyorum. Ne tatlı bir manzara! Sahiden... Aile saadeti dedikleri böyle bir şey neticede. O billboard tabir edilen koca "şey"lerdeki güzel dişli, sırıtkan ve illa ki gencecik ve fit insanlardan oluşan bir resim değil. Aile saadeti böyle bir curcuna. Curcunanın da bir dinginliği var... Sonra işe ilk paragrafa dönüyorum. 

Çağrışımlar gelir gelmez kullanılmalıymış demek. Az önce bir yerlerde aklıma gelenleri yazının sonuna sakladım ve küsüp gittiler. Bulamıyorum koyduğum yerde. Ben buralardayım, geri dönerse beni affedip, ilk sizin haberiniz olacak.

Ek: Tamam, hatırladım.

Bizim aile saadetimizden biraz daha derinlemesine bahsedecektim. Fakat önce tanıtmam gerek annemi biraz.
Annem neredeyse kendini bildi bileli çalışmış. Hiç tanımadığım dedem vefat ettiğinde 18 yaşındaymış ve dayım askerdeymiş. Ailenin geçimini sağlamak için çalışmaya başlamış. Velhasılı, telaş içinde geçmiş ömrü. Evlilik, çocuklar, iş güç derken zamanla yarışmak zorunda kalmış hep. Bunun neticesinde de zamanla yarışında onu engelleyen şeyler onda anlık bir öfke oluşturur. (Annemi baya baya incelemiş miyim ben ya?) Anların içindeki minik keyifleri görmek, onları toplayıp sepetine atmak konusunda pek iyi değildir o yüzden.

İşte bundan yıllar önce, bir haftasonu sabahı annem kahvaltıyı hazırlamış ve beni uyandırıp ekmek almamı söylemişti. Giyindim kuşandım. Kapıya doğru ilerliyorum. Annem de kapının yanında yere dökülmüş bir şeyi temizliyor. Eğildim, annemi öptüm. "Canım annem, seni çok seviyorum ben ya!" dedim. Annemin tepkisi muhteşemdi: "Ha siktir!" Önce olduğum yerde kaldım, sonra koptum ve ekmek almaya gittim.

On on beş dakika kadar sonra kahvaltı sofrasına oturmuşuz. Annem işini gücünü halletmenin rahatlığıyla her şeyden keyif alan bir sevgi kelebeğine dönüşmüş. Babamın tabağına yumurta mı artık ne pişirdiyse ondan koyarken babamı öptü ve "oyy canım kocam benim" dedi. Baba muzip bakışlarını önce bana sonra anneme yöneltti ve çok hafif bir tebessümle ama oldukça sakin bir tonlamayla "ha siktir" dedi... Bunu anlatıyorum bazen. Sonunda da "işte biz böyle mutlu bir aileydik" diyorum. Dalga geçtiğimi sanıyorlar. Ama sahiden öyle düşünüyorum. Bazı insanları mutlu olduğumuza inandırmak için dişlerimizi mi yaptıralım yani? Yemişim sizin bembeyaz mutluluklarınızı. Biz rengarenk mutluyuz.

Yorumlar