[Öykücük] Hissizleşmek

"Hepimiz yalnızız hayatta. Sana kimseden fayda yok. Ne yaparsan kendi başına yapacaksın. Düşersen kendin kalkacaksın. Kimsenin elini uzatmasını bekleme." Bir kere bile gözlerime bakmadan söyledi bunları. Gözlerime baksaydı ve ben bir parça ışık görseydim bakışlarında, gerçekten beni düşündüğüne inanabilirdim. Daha çok bir taşa seslendirme yapıyor gibiydi.
"Yalnızlık mesele değil," dedim. "Ama senin yaptığın beni yalnız bırakmak değil. Senin bana bile bunu yapman, merhametsizlik. Beni yalnızlık değil, bu merhametsizlik korkutuyor." En az onun kadar duygusuz olmaya çalışıyordum. Sanki karşılıklı eylemlerimizin nedenlerini ve sonuçlarını, bizde oluşturduğu duyguları değil de, ne bileyim, bir matematik probleminin çözüm yolunu tartışıyorduk. "Merhametsizlik" derken bunlar geldi aklıma. Sesim titremeye, gözlerim dolmaya başlamış olabilir. Zaten duygularımı gizlemek konusunda hiçbir zaman başarılı olamadım. Dillendirmeyince gizlediğimi sandım sadece. İşlerine gelmeyeni görmezden geldi insanlar da... Neyse, neticede sesimin titreyip gözlerimin dolması çok da mühim değildi. Nasıl olsa bana bakmıyor, sözlerimi de dinlemiyordu. Yani gerçekten dinlemekten bahsediyorum. Anlamaya çalışarak hani... Hani sözlerin ruha tesir edebilmesine açık kapı bırakarak. O, sözlerimi birer ses yığını olarak algılıyor, kendi anlatacaklarının yönünü belirlemek için kullanıyordu.
"Eee," dedi ben sözümü bitirir bitirmez. "Hayat böyle... Hayat acımasız. İnsanlar merhametsiz. Bunlara hazırlıklı olman gerek. Zorda kalırsan, kimse merhamet etmeyecek sana. Ben senin hayata karşı hazırlıklı olmanı istiyorum."
Hani hiçbir şeyin kâr etmeyeceğini, içinde bulunduğun o çıkmazdan asla kurtulamayacağını idrak ettiğin ve o çaresizliğe isyan etmek yerine kabullendiğin anlara has bir tebessüm vardır. Baş hafif eğik, omuzlar bir parça çökmüş, burun deliklerinden verdiğin nefes "hıh"tan yumuşak "tıs"dan daha içli bir ses çıkarıyor ve aynı anda dudağının bir ucu hafifçe yukarı kıvrılıyor. O sesle birlikte çok hafif bir geriye doğru yaylanma da olabilir belki. İşte öyle gülümsedim. Ne söylesem boştu, biliyordum. Ama söylemezsem içimdeki boşluk hiç dolmayacaktı. "Belki de," dedim, "Siz böyle olduğunuz için hayat böyle. Herkesi merhametsizliğe ve yalnızlığa alıştırarak terbiye ettiğiniz için. Dışarısı soğukken evde kombiyi yakıyorsun ama dışarısı merhametsiz diye içeride de merhametsiz olman gerektiğini düşünüyorsun...."
Sanki devam edecekmişim gibi geldi bana da. Ama söyleyecek başka sözüm yoktu. İçimdeki boşluk dışarı çıktı, beni içine aldı. Öylece durdum. Boşluk beni hissizleştirdi. Hissizleşmek, insanın canını yakıyor. Canını yakan bir şey, ne kadar hissizleşmek olabilir ki?

Yorumlar