Dağınık Bir Sofraya Saçılmış Daha da Dağınık Sözcüklerdir

Hüzünlü ve suskun akşam yemekleri vardır. İlla ki kederli, perişan olmak demek değil hüzün... Hüzünlü işte... Serinlik gibi bir şey... Evet, hüzün öyle bir serinlik hali aslında...

Bu hüzünlü ve suskun akşam yemeklerinden biri, bir bahçede yenmiştir mesela. Şehrin gürültüsü yoktur... Yalnızca rüzgâr... Hışırdayan yapraklar illa ki... Belki bir de sineklerin vızıltısı.... Bahçeyi voltajı düşük, sarı bir ampül aydınlatıyor olabilir. Öyle olsun, içimden öylesi geldi... Sarı çok yakışıyor hüzne. Yemek çok da yenmiş gibi değildir de tırtıklanmıştır hani... Çok kalabalık olmasına lüzum yok. Belki bir kısım kalkıp gitmiştir. Üç kişi, beş kişi... Ama birlikte susulabilen cinsten hepsi...

Böyle bir akşam yemeğinin onur konuğudur elbet geçmiş... Belki susmadan bir an önce çok da gülünmüştür neşeli anılara... Gözlerde şeffaf birer perdeye dönüşen ama hiç akmayan yaşlar, yüzde perdelerden yansıyan hüzün düşmesin diye gerilmişe benzer gibi bir tebessüm...

Öylece donar zaman sonra.. Dağınık bir sofranın başında arkaya yaslanılır. Bir sigara yakılır sonra. Belki gökyüzüne bakılır o aynı şeffaf perdelerin ardından ve aynı tebessümle... Sofrada kalan bir yemeğin değil, geçmişin dağınıklığıdır sadece... Hani "geçmişini didikleme de bitir" dememiş de kimse, didik didik edilmiş... Geçmişin servis tabağı yürektir ya hani biraz da, çatal izleriyle çizilmiş... Sonra öylece bırakıp sofrayı göğe bakanda kurumuş kalıntılar geçmeyecek izler bırakmış her yerinde... Pırıl pırıl tabaklar yalnızca reklamlarda güzel zaten be!

Toplanmamış bir sofranın başında usulca söylenen türküler olmasa, hani sözleri hep yarım yamalak, tabaktakiler gibi... ne sıkıcı bir yer olurdu dünya...

Yorumlar