Gönlüne Akşam Güneşi Kaçanlara Dair

Aşağıdaki satırları bir dizi forumunda, bir diziye dair fikir alışverişi yaptığım bir arkadaşa cevaben yazmış idim dün gece. Diziden çok da bahsetmediğimi fark ettim ekledikten sonra... Şöyle bir bakıyorum da en sevdiğim diziler hep ufak sahnelerle, diziden bağımsız düşünceler üretmeme vesile olanlar...  Şöyle bir şeyler işte...

 ***

İyi-kötü, güzel-çirkin ve sevmek ve görmek ve birçok kavram üzerine düşünmek ne güzel oluyor zaman zaman. Sahneleri izlerken aklımdan bazı düşünceler geçmişti fakat bir türlü şöyle güzelce giydirip gezmeye çıkaramamıştım o düşünceleri. Madem bahar da gelmiş, şöyle bir turlamak fena olmaz...

Umberto Eco'nun, bilhassa sanat tarihiyle ilgilenenlerin ilgisini çekebilecek iki araştırma kitabı vardır. Güzelliğin tarihi ve Çirkinliği Tarihi... Güzelliğin Tarihi'ni çok inceleme fırsatım olmadı fakat Çirkinliğin Tarihi'nden bilhassa iki bölümü epeyce bir inceleme imkânı bulmuştum. Bu bölümlerde Eco sevilmeyen/düşman olarak görülen varlıklara/insanlara atfedilen çirkinliği ve düşmanın şeytanlaştırılmasını anlatıyor, dünya edebiyatından ve yazılı tarihten çeşitli örnekler sunuyordu.
 Bir de çok sevdiğim bir tango vardır. Der ki; "Gönül kimi severse güzel odur."

Yani bu ikisini birleştiriyorum zihnimde, güzel nedir, çirkin nedir? Güzelliğin ya da çirkinliğin belirli standartları var mıdır? İyiliğin ve kötülüğün standartları var mıdır? Varsa kim belirler? Neden o belirler? Bu standartlara uymak zorunda mıyız? Nesnel bir karşılığı var mıdır bu kavramların? Bilim neden bu kavramlar karşısında hep yalpalar?

Çoğu zaman aklın mantığın almadığı şeyler, gönlümüzün seçimleridir işte... Yukarıda saydığım her şeyin bir standardı vardır. Güzelin, çirkinin, iyinin, kötünün bir tanımı vardır... Fakat bunlar standart beden değildir. Her yüreğe özel dikilir ve ancak o yüreğin sahibi tanımlar, o belirler.

Dışarıdan bakınca daha güzel kurabiye yapanı, ne bileyim geçtiği yere güzellik vereni, statü olarak daha "kabul görmüş" bir yerde olanı vs vs seçmek daha "mantıklı" görünüyor değil mi? Ama mantıklı... Sadece mantıklı... Oysa sevmenin, aşkın, mutluluğun ve dahi hüznün mantıkla bir kan bağı yok. Kan bağı bir yana, komşuluk ilişkisi dahi yok...

Sevmek çoğu zaman "yüzünden" değil, "rağmen" olan bir şeydir. "Ama o kötü kurabiye yapıyor!" "Olsun, ben onu seviyorum." O yüzdendir ki sevmek eylemine "neden" sorusu karıştığında  "bir tel kopar, ahenk ebediyen bozulur."

Sevmek, insanın gönül gözüne gözlük takmasıdır. Kesinlikle gözleri kusurlara kör eden gözlükler değildir bunlar. O başka bir firmanın çakma gözlüğü... İnsan sevdiğinin kusurlarını görür ve buna rağmen sever... Ama işte hani bazı günler, ne bileyim tatlı bir ilkbahar akşamı mesela, tam da güneş batarken akşam güneşinin ışığı vurur da yerde ezilmiş bir kola kutusuna, insanın gözüne güzel görünür o "çöp". Sevmek, insanın gönlüne akşam güneşi vurması, insanın gönlünden/gözünden akşam güneşinin ışıklarını saçmasıdır...

Yorumlar

medikal çeviri dedi ki…
Çok iyi gerçekten...