İnsanlar tuhaf. Anlayamadıkları bir şeyle
karşılaştılar mı anında yapıştırıveriyorlar etiketi: Tuhaf. E ben de insanım
haliyle. Zaten o yüzden insanlar tuhaf diyorum. Çünkü benim anlayamadığım
bizatihi insanlar. Gerçi kim anlamış ki insanları? Ama başkaları tek tek
seçiyor tuhafları. “İnsanlar tuhaf” derlerse kendilerini de katmaları gerekecek
çünkü. Belki de ben dışarıdan baktıktan
sonra kendimi de kattığım için bu genellemeye, sahiden tuhafım. Dengesiz bir
denklem bu. Matematik ve psikoloji el ele vermeli belki. Anlamakla ilgili her
şeyde kendime dışarıdan bakabilirim de mevzu hissetmek olunca, sonsuzun dışına
çıkmak gibi bir şey kendine dışarıdan bakmak. Mademki kendimi çıkaramıyorum bu
hissin çemberinden, o hissi çıkarıp atmalıyım içimde yuva yaptığı her yerden.
İşte bu kararla başladı zaten bütün hikâyem.
Hikâyeler baştan başlanarak yaşanır. Ama
onları anlatırken baştan başlamak, o hikâyenin insana yaşattığı gizemi aynen
korumak neredeyse imkânsızdır. Anlatıcı farklı, kendine has bir gizemin
peşindedir. Çünkü onun için hikâyenin yaşanma biçimi değil, sonucu önemlidir. Hikâyesini
anlatmaya karar vermesinin nedeni, sonucundan başka bir şey değildir. Ve
karşısındakine muhakkak değerli bir son sunacağının ipuçlarını vererek onu
heyecanlandırmaya, merakını diri tutmaya çalışırken hikâyenin diriliğini
önemsemez.
Ayak izleri yoktur aslında hikâyelerin.
Sadece nefesleri vardır, her an ensenizde hissettiğiniz. Ben o nefesi boğmak
istedim. Hikâyemin yüzüne yastık bastırırcasına kulaklarımı tıkadım ona. O, her
denememden galip çıktı. Dahası her başarısız teşebbüsümde cezalandırdı beni.
Farkındaydım her şeyin. Ama onlar fark
etmediler. Kendimi hikâyemden özgür kılma çabalarıma, kaçışıma itibar
etmediler. Zamanla öğrendim ben de. Kaçmak başarı ihtimali sıfır olan bir
eylem. Yakalanmazsanız, sonsuza dek sürer gider kaçmak eylemi. Yakalandığınız
an, biter zaten. Ben bunu fark ettiğimde, çok geç olmuştu.
Ben hikâyemi başından yaşamış olsam da
sondan başlayarak anlatacağım ve bunu sırf, çaresizce "Nereden başlasam
ki?" diye soranlarla dalga geçercesine gülerek "Baştan başla,"
diyenlere inat yapacağım. Sonrası Allah kerim.
Başaramadım! Benim hikâyemin sonu bu.
Başaramasam yine iyi. Üstüne bir de yanlış anlaşıldım. Bu günlük,
başaramayışımın ifadesi, başarısızlığı kabul bildirgesidir aslında. Yok etmeye
çalıştığım bir hikâyeyi anlatmayı seçtim, çünkü hiçbir zaman içinde bir parça
zehir taşıyabileceğim bir yüzüğüm olmadı. Zaten öyle bir ölüm de hayal etmiş
değilim. Benim ölümüm boğularak olacak. Bir gün kalbim taşımakta zorlandığı bu
ağırlığı daha fazla kaldıramayarak ruhumun fırtınalı denizinde batacak.
Saklanmak için sığındığım bir pansiyon
odasında yazıyorum bunları. Saklanmak da kaçmak soyundan aslında. Başarı ihtimali
sıfır. Ama tek ortak noktaları değil bu. Kaçmak ve saklanmak, hayatın bize
sunduğu ve çocukluk çağıyla sınırlı tutmadığı birer oyun. Yokluğunu fark
ettirme oyunu. Bulunmak arzusuyla saklanır çoğu zaman insan. Varlığıyla fark
ettiremediklerini yokluğuyla fark ettirmek ister. Varlıktan çok boşluğu fark
etmeye meyyaldir çünkü insan. Bir zamanlar var olanın boşluğunu. Aslında belki
de daha burada çıkmaza girdi hikâyem. Ben yok etmeye çalıştıkça o iyice kazındı
hafızama.
Onu unutmak istedim. Gördüğüm ilk andan
itibaren. Sevmekten çok unutmak istedim. Herkes gibi ben de acı çekmekten
ölesiye korkuyordum ve unutmanın sevmekten daha acısız olduğuna dair inancım
tamdı. Unutma çabasıyla yaşadıklarımdan sonra öğrendim ki insanlar unutmanın
sevmekten, acıdan kaçmanın acı çekmekten daha zor olduğunu anladıkları zaman
dünya büyük bir şenlik alanı olacak.
Kaldırımın çizgilerine basmadan yürüme
çabası gibi acıdan kaçarak yaşamaya çalışmak. Ancak çocukken başarıyla
oynanabilen bir oyun bu. Biraz da ters
tepiyor sanki. O çizgilere basmamak için uğraştıkça, onlar zihnimizde daha çok
yer işgal ediyor. Hep bir acı düşüncesiyle yaşamak, acısız yaşamak değil ki…
Kaçmanın bir laneti de bu. Yok saymanın… Biz yok saydıkça daha çok var oluyor o
çizgiler ve daha temkinli davranmak zorunda kalıyoruz. Kaçmak, kaçtığın şeyin
zihnindeki varlığına büyüteç tutmaktan farksız. Sen kaçtıkça onun zihnindeki
varlığı büyüyor. Hâlbuki o çizgiler yolun bir parçası sadece. Bunu kabullenseydim,
daha rahat yürüyebilirdim o yollarda.
Velhasılıkelam, gördüğüm an kaçmak, unutmak
istediğim o yüz içimde büyüdükçe büyüdü. Başıma ne geldiyse de unutmak umuduyla
yaptıklarım yüzünden geldi. Herkesten gizleyeceğim bir deftere, yüreğimi herkese
duyurmak için anlatacaklarım var ve sonundan yeterince bahsettiğime göre başa
dönmenin zamanı geldi.
Psikolojik yardım almam gerektiğine karar
verdiler. Unutmak için yaptıklarımı yanlış anladılar çünkü. Bir kere bile
“Neden yaptın” demeden, yaftaladılar. Bu da başı değil hikâyemin, farkındayım.
Evet, daldan dala atlıyorum. Ama ben aklımın değil yüreğimin izlerini
sürüyorum. Bütünlüklü metinler aklın ürünüdür. Yüreğimin kalıbından çıkan bir
şeyin ise parça parça olmama ihtimali yok.
Onu ilk gördüğüm an, olacaklar canlanıverdi
gözümde. Parça parça… Görüntü her değiştiğinde “fiuuv” sesini duyuyordum
zihnimde. Evdeyim. Yerimde duramıyorum. Kendimi durduramıyorum. Onu ilk
gördüğüm yerdeyim. O gün gördüğüm tarafa bakıyorum. Kalabalık. İnsanlar
geçiyor. Ama biliyorum, o yok içlerinde. Olsa, yüreğimde fon müziği çalardı.
Kulaklarım uğuldar, hayat ağır çekimde akardı. Evdeyim yine. Aklımdan çıkmıyor.
Ertesi gün yine aynı yere gidiyorum. Saatleri değiştiriyorum. Her kombinasyonu
deniyorum. Sonunda bulacağım, biliyorum. İnsan hisseder böyle şeyleri. Ve
nihayet, hayalimdeki kaçıncı deneme bilmiyorum ama denk geliyorum. Heyecandan
kalbim hızla atıyor. Kısacık bir an göz göze geliyoruz. Onu hep beklediğim
yerde bütünleşmiş olduğum direkten ayrılıyorum. Dikleşiyorum. Takip ediyorum
sonra ağır ağır. Görme ihtimalimin daha yüksek olduğu bir bekleme alanı seçmek
niyetim. Fazlası değil. İş yerini öğreniyorum. Beklemeye devam ediyorum. Bir
tek an görmek için. Kar, kış, soğuk, tipi, heyelan, deprem… Fark etmez… Bir an
görmek için beklerim. Ne yapayım, ben öyle severim. Ne tek kelime ediyorum ne
yanına gidiyorum. Kendi kendime sevip kendi kendime tükeniyorum. Ve sonra
ölüyor. Beni bir an olsun sevmeden. Benim onu nasıl sevdiğimi bir an bile
bilmeden… Asıl zulüm ondan sonrası. Ben bu acıdan nasıl sıyrılabilirim ki?
İşte tüm bunlar olmasın diye, onu unutmaya
karar verdim. Bir hayalde bile bunca acı veriyorsa, gerçeği muhakkak ki
kaçılmaya değer bir acıydı. Ama yağmurdan kaçarken doluya tutulmak deyiminin
dilde kendine sağlam bir yer açmasının nedensiz olmadığını hesaba katmam
gerekirdi.
Yorumlar