"Ana! Zeyno Beni Dövdi!"


Ne zaman o günlerden bahsetse annem, “Bir daha çocuğumu bir yerde bırakmak mı? Allah korusun!” derdi sesi titreyerek. Seneler, seneler evvelinden, hatırlamadığım dönemlerden kalma bir korku duyardım sesinde. Ama anlayamazdım tam olarak. Mümkün mü anlamak? Bir anneyi sahiden anlamak mümkün mü?

Halam büyütmüştü beni. Annem çalıştığı için ben doğunca halam gelmiş yanımıza. Ben ilk ona “anne” demişim. Bozulmuş annem. Şimdi anlatırken, “Haklı çocuk,” diyor beni kast ederek. “Anneliği ondan gördü o çağlarda.” Kendi çocuğu olsa, ancak bu kadar sevebilirdi halam. Ancak bu kadar koruyup kollayabilir, ancak bu kadar bağrına basabilirdi. (Ki şu an 6 yaşında olan kızına sık sık benim adımla hitap eder hâlâ.)

Dedem değişik bir adamdı. Dediğim dedik hani belki biraz. İlla ki ikide bir geri çağırırdı halamı. Halam benden ayrılmak istemezdi, ben halamdan ayrılmak istemezdim. Çok özlerdim onu. O yokken tutulan bakıcılar en fazla 3 gün dayanabilirdi. Bakıcı kaçırma konusunda 80’lerin Gülşah’ı, Yumurcak’ı idim adeta.

Dedemin halamı çağırdığı dönemlerden birinde annem ve babam da iş yerlerinden izin almıştı, hep beraber gitmiştik. Öyle olmuş yani. Dedim ya, ben hatırlamıyorum. Takribi 1,5 yaşındaymışım. Orada geçirilen bir haftanın ardından, dedemin de halamı kesinlikle bizimle göndermeyeceği anlaşılmış. Yola çıkacağımız günün önceki gecesi köyde kurulmuş yataklar. Annem şehirli, yer yatağı sevmez pek. Ona divanda yatak hazırlamışlar. Bütün gece divanda öylece yan dönük uzanmış, gözyaşlarıyla beni izlemekte olan halamı izlemiş. Ben mışıl mışıl uyurken, ikisi de üzüntüden perişan halde. Halam benden ayrılacağına üzülüyor, annem halamın haline. Olmamış. Vicdanı el vermemiş bizi ayırmaya. Ertesi sabah beni orada bırakmaya, halamdan ayırmamaya karar vermiş. Bir iki ay sonra beni getirirler, böylece halam da gelir diye düşünmüş.

Dedem bu! İnatçı. Bir ay iki ay olmuş iki ay sonra iki hafta daha durun derken altı ay geçmiş aradan. Ben her şeyden bihaber mutlu mesut Zeynep’le oynarken annem Çorlu’da krizler geçirmekteymiş. Bir komşu kızı varmış. Benden 8-9 ay küçük. Saçları bana benzermiş. Siyah, kıvır kıvır. Annem onu ne zaman görse sımsıkı sarılır, başlarmış ağlamaya. Öyle fena olurmuş ki, öyle iç çekermiş ki ağlarken nihayet 3.aydan sonra annemin işten dönüş saatlerinde bizim komşu kızını eve sokmaya, dışarı çıkarmamaya başlamış.

Annem yeri geldikçe anlatırdı bunları. 6 ay sonra döndüğümde anneme söylediğim ilk cümle, “Ana! Zeyno beee-ni dövdiii!” olmuş koyu bir güneydoğu şivesiyle. Biraz tavırlıymışım. İşte ben annem anlatırken bir parça anlardım da çektiği hasreti, hiç böylesi içime dokunmamıştı. Öyle Bir Geçer Zaman Ki’nin 15. bölümünde, Cemile’nin Osman’la ilgili her sahnesinde bunlar geldi aklıma. Öyle yandı ki içim. Anne, belki tam olarak anlayamam seni yine de ve inşallah da günün birinde tamamen anlamak zorunda kalmam. Ama artık daha derinden duyuyorum sesinin titreyişini, yıllar sonra anlatırken bile o anları. Biliyorum, çocuktum. Biliyorum, farkında değildim hiçbir şeyin. Lakin yine de özür dilemeliymişim gibi hissediyorum. Sen hasret çekerken ben Zeyno’yla su borularından akan kirli suların altında çılgınca eğlendiğim için özür dilerim.

Yorumlar

N.Narda dedi ki…
Senin yüzünden Sevgili Ena, dizi izlemeye başlayacağım o olacak!
N.Narda dedi ki…
Böyle tatlı tatlı yazıyorsunuz,sonra gidiyorsunuz Ena Hanım, olmuyor yani :)

İyisiniz inşaallah?
ena dedi ki…
Teşekkürler efendim, iyi fakat yoğunum:)
Aslında bu hafta söz konusu diziyi bu sefer de eleştiren bir yorum yazmak gibi bir planım vardı fakat ne yazık ki uygun zamanı bulamadım. Onun dışında seyahat öncesi çevirimi bitirme gayretiyle çırpınıyor, bu tür çalışma zorunluluğu durumlarında genellikle olduğu gibi de aklıma bir dolu konu geliyor ve blogta çok yayınlamadığım türden kısa hikayelere yöneliyorum... gibi gibi... İnşallah yakın zamanda Bir Batman Düğünü'nün Anatomisi türü bir şeylerle dönmek gibi planlarım var:)
N.Narda dedi ki…
bekliyoruz :)