
Öyle diyorduk kendimize. Öyle hissediyorduk kendimizi. Bazı akşamlar sohbet ederken, "Ulan bi an dehşet mutluyum, sonra birden bi hüzün kaplıyor içimi. N'oluyo anlamıyorum anasını satiim" minvalinde cümleler kurardık.
"Sarkaç" dedik sonra. Biz sarkaç gibiydik. Bir ucu mutluluk bir ucu hüzün... Sallanıp duran bir sarkaç... Arada duruluyorduk illa ki. Ortada öylece durduğumuz yahut çoook hafifçe sallandığımız, kısacası normal insanlar gibi yaşadığımız günler oluyordu. Sonra bir el mi dokunuyordu, ne oluyordu bilmem ruhumuz yine ordan oraya sallanıyordu...
Mutluluğa sarı(lı)yorduk...
Sonra birden korkup kaçıyorduk...
Hüzne sarı(lı)yorduk...
Sonra kaçıyorduk...
Sardık...
Kaçtık...
Sar-kaç-tık...
Tık
Tık
Tık....
Kimse yok mu? Ben geldim sallanmaya...Ben geldim... Sallamaya...
Şimdi yine sarkaçcılık oynuyoruz galiba... Biz zaten acayip telepatiğiz Sino'yla... Şimdi ben bunları yazarken rüyasında sarkaç görüyordur o da kesin:)
Velhasılıkelam... Ortada durmaya ihtiyaç var... Hareket halindeyken çeviri yapamıyorum çünkü. Ve içimdeki sarkacı yavaş yavaş, yumuşakça durduran bir el hareketi niyetine, oturup, cümlenin sonuna noktayı koyar koymaz göndere basacağım bu yazıyı yazıveriyorum.
Yorumlar