Siz hiç yok sayıldınız mı? Hiç, kimse için hiçbir önem taşımadığınızı düşündüğünüz zamanlar oldu mu? Hani kimsenin sizi sevmediğini düşündüğünüz… Sevmek şöyle dursun kimsenin size saygı duymadığını, adamdan saymadığını…
Bir gün öyle hissederseniz eğer, çok yoğun bir şekilde hissederseniz bunu, engellemeniz mümkün değil, yaşlar boşanacak gözlerinizden. Ruhunuzda ve boğazınızda yağmur öncesi sıkıntısı gibi bir daralma, kuru bir ağrı hissedeceksiniz. Sonra durduramayacaksınız gözyaşlarınızı. Yanaklarınız ıslanacak. Hiçbir ıslaklığa benzemeyen tuhaf bir kayganlık…
Kalkıp yıkamaya gideceksiniz banyoya. Yüzünüze değdiği an avucunuzu dolduran su, bir anda gözyaşına dönüşecek o da. Onun kimyasına, onun kayganlığına bürünecek. Simyacılar asıl bunu örnek almalı kendilerine. Başka hiçbir madde bu kadar hızlı değiştiremez çünkü kimyasını. Başka hiçbir madde bu kadar hızlı dönüşemez.
Siz hırslanıp vurdukça vuracaksınız avucunuzda biriktirdiğiniz suyu yüzünüze ama o her seferinde aynı hızla gözyaşına dönüşecek. Çaresizliği hissedeceksiniz iliklerinize kadar. Musluk açık kalacak. Yere çöküp devam edeceksiniz ağlamaya… Öyle akacak ki gözyaşlarınız, açık kalan musluktan mı daha çok sıvı akıyor gözlerinizden mi ayıramayacaksınız. Ağlarken ister istemez kısılacak gözleriniz. Gözlerinizi kıstıkça siz, sanki etrafına bir lastik dolandıkça dolanacak başınızın. O kafatasının içindeki beyniniz var ya, mosmor olacak. Hani lastiği parmağınıza fazla sardığınızda mosmor olur ya parmağınız. Beyninizin de öyle olduğunu hissedeceksiniz. Sonra nereden geldiği belli olmayan kocaman, demir bir bilye peyda olacak kafanızın içinde bir anda. Bilye ile gülle arası bir büyüklük işte. Stres topları vardır ya, onlardan az daha büyük. Siz hareket etmeye kalktıkça o daracık alanda büyük bir sarsıntıyla hareket edecek o bilyemsi demir yuvarlak. Beyninizin duvarlarına çarpacak. Her seferinde korkuyla hoplayacaksınız. “Zonk! Zonk! Zonk!”
Ağrılarınızı, gözyaşlarınızı, o kayganlığı sizden başka hiç kimse görmeyecek. Kimse hissetmeyecek. Görünmezsiniz artık siz. Boşuna uğraşmayın kendinizi fark ettirmek için. Ne yaparsanız yapın, kimseye duyuramayacaksınız sesinizi.
Bilirim, hemen telefona sarılacaksınız. Arkadaşlarınızı, eşi dostu arayacaksınız. Kimi duymayacak telefonu. Kimi çok yoğun olacak. Öyle yoğun olacak ki sesinizdeki tuhaflığın farkına bile varmayacak. “Canım, ben seni sonra arayayım mı?” diye açacak telefonu. Konuşmaya başlamak için aldığınız nefes daha nefes borunuza ulaşmadan bademcikleriniz civarında asılı kalacak. “Peki,” ya da “Tamam,” diyerek gerisin geri çıkaracaksınız o havayı ciğerlerinizi göremeden. Her ulaşamayışta umutsuzluğunuz pekişecek. Umutsuzluğunuz hırsınızı perçinleyecek. Bilgisayara koşacaksınız. Msn, facebook, twitter… Birilerinden ses almak umuduyla yazdıkça yazacaksınız… Kimseden cevap gelmeyecek… Sanki kimse görmemiş gibi yazdıklarınızı… Sanki beyaz ekrana beyaz yazıyla yazıyorsunuz. Sanki siz yazıyorsunuz dalgalar hiçbir iz bırakmamacasına silip süpürüyor. Son bir umut mail adresinizi açacaksınız. Uzaktaki tanışlara mailler yazacaksınız.
Yok, siz sıkıntınızı anlatmazsınız. Öylesine arıyormuş, öylesine soruyormuş gibi yapacaksınız. Muhtaçlığınızı asla ve kat’a kimseye belli etmeden… Ekran başında bekleyeceksiniz… Gözlerinizi açmış bekleyeceksiniz. Gözyaşlarınızla iddiaya girmişsiniz. Siz “Gelecek,” diyeceksiniz. “Biraz daha bekle, şimdi cevap gelecek.” Gözyaşlarınız her an dışarı çıkmaya hazır dinleyecek sizi. Bekleyecek… Barajın kapakları açılsın diye bekleyen yağmur suları gibi bekleyecek. Az önceki gözyaşı dalgası kurumuş, tuzu yanaklarınızı yakıyor olacak.
Boşuna bekliyor olacaksınız. Siz de bal gibi bileceksiniz bunu ama bekleyeceksiniz. Oysaki öyle bir düşmüş olacaksınız ki görünmezlik iksirinin kaynadığı kazana, verdiğiniz yemek siparişi bile hiç alınmamış gibi, hiç olmamış gibi. Kimse çalmayacak kapınızı… Kimse görmeyecek sizi… Gözyaşlarınız kadar kaygan bir uykuya dalıp farkında olmadan kendinizi kendinize bile görünmez kılmakta bulacaksınız çözümü…
Bir gün öyle hissederseniz eğer, çok yoğun bir şekilde hissederseniz bunu, engellemeniz mümkün değil, yaşlar boşanacak gözlerinizden. Ruhunuzda ve boğazınızda yağmur öncesi sıkıntısı gibi bir daralma, kuru bir ağrı hissedeceksiniz. Sonra durduramayacaksınız gözyaşlarınızı. Yanaklarınız ıslanacak. Hiçbir ıslaklığa benzemeyen tuhaf bir kayganlık…
Kalkıp yıkamaya gideceksiniz banyoya. Yüzünüze değdiği an avucunuzu dolduran su, bir anda gözyaşına dönüşecek o da. Onun kimyasına, onun kayganlığına bürünecek. Simyacılar asıl bunu örnek almalı kendilerine. Başka hiçbir madde bu kadar hızlı değiştiremez çünkü kimyasını. Başka hiçbir madde bu kadar hızlı dönüşemez.
Siz hırslanıp vurdukça vuracaksınız avucunuzda biriktirdiğiniz suyu yüzünüze ama o her seferinde aynı hızla gözyaşına dönüşecek. Çaresizliği hissedeceksiniz iliklerinize kadar. Musluk açık kalacak. Yere çöküp devam edeceksiniz ağlamaya… Öyle akacak ki gözyaşlarınız, açık kalan musluktan mı daha çok sıvı akıyor gözlerinizden mi ayıramayacaksınız. Ağlarken ister istemez kısılacak gözleriniz. Gözlerinizi kıstıkça siz, sanki etrafına bir lastik dolandıkça dolanacak başınızın. O kafatasının içindeki beyniniz var ya, mosmor olacak. Hani lastiği parmağınıza fazla sardığınızda mosmor olur ya parmağınız. Beyninizin de öyle olduğunu hissedeceksiniz. Sonra nereden geldiği belli olmayan kocaman, demir bir bilye peyda olacak kafanızın içinde bir anda. Bilye ile gülle arası bir büyüklük işte. Stres topları vardır ya, onlardan az daha büyük. Siz hareket etmeye kalktıkça o daracık alanda büyük bir sarsıntıyla hareket edecek o bilyemsi demir yuvarlak. Beyninizin duvarlarına çarpacak. Her seferinde korkuyla hoplayacaksınız. “Zonk! Zonk! Zonk!”
Ağrılarınızı, gözyaşlarınızı, o kayganlığı sizden başka hiç kimse görmeyecek. Kimse hissetmeyecek. Görünmezsiniz artık siz. Boşuna uğraşmayın kendinizi fark ettirmek için. Ne yaparsanız yapın, kimseye duyuramayacaksınız sesinizi.
Bilirim, hemen telefona sarılacaksınız. Arkadaşlarınızı, eşi dostu arayacaksınız. Kimi duymayacak telefonu. Kimi çok yoğun olacak. Öyle yoğun olacak ki sesinizdeki tuhaflığın farkına bile varmayacak. “Canım, ben seni sonra arayayım mı?” diye açacak telefonu. Konuşmaya başlamak için aldığınız nefes daha nefes borunuza ulaşmadan bademcikleriniz civarında asılı kalacak. “Peki,” ya da “Tamam,” diyerek gerisin geri çıkaracaksınız o havayı ciğerlerinizi göremeden. Her ulaşamayışta umutsuzluğunuz pekişecek. Umutsuzluğunuz hırsınızı perçinleyecek. Bilgisayara koşacaksınız. Msn, facebook, twitter… Birilerinden ses almak umuduyla yazdıkça yazacaksınız… Kimseden cevap gelmeyecek… Sanki kimse görmemiş gibi yazdıklarınızı… Sanki beyaz ekrana beyaz yazıyla yazıyorsunuz. Sanki siz yazıyorsunuz dalgalar hiçbir iz bırakmamacasına silip süpürüyor. Son bir umut mail adresinizi açacaksınız. Uzaktaki tanışlara mailler yazacaksınız.
Yok, siz sıkıntınızı anlatmazsınız. Öylesine arıyormuş, öylesine soruyormuş gibi yapacaksınız. Muhtaçlığınızı asla ve kat’a kimseye belli etmeden… Ekran başında bekleyeceksiniz… Gözlerinizi açmış bekleyeceksiniz. Gözyaşlarınızla iddiaya girmişsiniz. Siz “Gelecek,” diyeceksiniz. “Biraz daha bekle, şimdi cevap gelecek.” Gözyaşlarınız her an dışarı çıkmaya hazır dinleyecek sizi. Bekleyecek… Barajın kapakları açılsın diye bekleyen yağmur suları gibi bekleyecek. Az önceki gözyaşı dalgası kurumuş, tuzu yanaklarınızı yakıyor olacak.
Boşuna bekliyor olacaksınız. Siz de bal gibi bileceksiniz bunu ama bekleyeceksiniz. Oysaki öyle bir düşmüş olacaksınız ki görünmezlik iksirinin kaynadığı kazana, verdiğiniz yemek siparişi bile hiç alınmamış gibi, hiç olmamış gibi. Kimse çalmayacak kapınızı… Kimse görmeyecek sizi… Gözyaşlarınız kadar kaygan bir uykuya dalıp farkında olmadan kendinizi kendinize bile görünmez kılmakta bulacaksınız çözümü…
Yorumlar
Çünkü bu psikolojide alınan en derin nefes, uyanan tek umut, bitişikteki caminin hoparlöründen yükselen ezan oluyor...Bir tek o, bir tek O teskin edebiliyor...
Velhasılı diyorum ya kardşeim, yazı tamamlanmamıştı, tamamladın... Çünkü ancak insanlara görünmez olabilirsin. Çünkü der ya hani Pir Sultan, "Kula gölge ise Allah'a ayan..."