Yıllara Yayılan Tebessüm

Aslında durmadan bir şeyler geliyor aklıma. "Bunu yazmalıyım," diyorum. "Yazıcam abi yazıcam" diyorum. Çoğu için gerekli konsantrasyonu sağlayamıyorum. Aşmam gereken en önemli sorunlardan biri bu.

Ama bambaşka bir şey yazmak için geldim şimdi. Aklıma gelen birçok şeyi bir kenara bıraktım. Bir anımı anlatmaya geldim.

9 ya da 10 yıl önceydi sanırım. Lise son sınıfta olmalıyız. Bir sene önce bölüm tercihleri yapılmış, sınıflar karışmış. Yeni yeni arkadaşlar gelmiş sınıfa. Ya da biz gitmişiz... En doğrusu ortada buluşmuşuz herhalde...

Tabii eskiler, yeniler, şimdi bakıldığında çok masum gelen hesaplar... Gruplaşmalar oluyor her sınıfta. Benim ait olduğum bir grup yoktu. Genellikle ortadan bir noktadan bakmayı seven bir insanım herhalde. Ama gıcık olduğum bir grup vardı:) Bir de grubum değil ama birlikte iyi vakit geçirdiğim, bir şeyler paylaştığım, zamanla da "dost" demeye başladığım insanlar...

İşte sınıfların karışmasından sonra tanışma imkânı bulduğumuz, ilginç bir şekilde birkaç kişinin bizim arkadaş olmamamız için bilinçli bir şekilde uğraştığı bir arkadaş vardı. Uğraştılar, uzak tutmaya çalıştılar. Bana onunla ilgili, ona benimle ilgili aslı astarı olmayan şeyler söylediler. Sonra bir gün bir şekilde çıkıyor hepsi ortaya ama. Yine çıktı ve biz her şeye inat arkadaş olduk.

Bu blogda ve genel olarak internet aleminde kullandığım "ena" lakabı esasen lise yıllarında, sınav kağıtlarına ve o dönem bilgisayara karşı olduğumdan teksit kağıtlarına yazdığım deneme mi şiir mi ne halt olduğu belli olmayan yazıların altına ismimi yazmaya üşendiğim için, ismimin baş harflerinden elde ettiğim bir kısaltmadır. Ama ilk kullanımdan itibaren benim için üşengeçlikten ziyade hoşuma giden bir şey oldu. Seviyordum. Kısa bir süre sonra arkadaşlar da telefonlarına filan "ena" diye kaydetmeye başladılar beni.

Lise yılları, malumunuz ergenlik filan, fazlasıyla hassas ve duygusal olunan dönemlerdi. Ben bir de ekstradan duygusalım zaten, boyuna basardım yazılarımda özlem, umut, hasret, ayrılık, sevgi... Kelime oyunlarından hoşlanırdım. (H)içlenmeler gibi, (Ç)almak filan derdim. (U)mutsuzluk derdim... Derdim de derdim... Kelimelerin hem anlamlarıyla hem de sesleriyle şahane oyunlar çıkaran Feridun Düzağaç'a ise bayılırdım. Müziğinin çok da önemi yoktu aslında ama onu da severdim.

Bir gün, muhtemelen yine babam orada çalışmaya başladığı için mecburen gittiğim ve hiç sevmediğim, dolayısıyla da hocalarıyla sık sık didiştiğim dersanede geçirdiğim bir haftasonunun ardından gelen bir pazartesi günü sınıfa girmiştim yine. Severdim ben okulu. Dersleri, öğrenmeyi... Hiç pazartesi sendromu yaşamadım yani. Ama eğer yaşıyor olsaydım, o gün kesinlikle ilk dakikadan atlatmış olurdum o sendromu.

Yukarıda bahsi geçen arkadaşım, yüzünü aydınlatan tebessümüyle seslendi. Yanına gittim, selam kelam... Sonra çantasından bir dosya içinde bir kağıt uzattı bana. Kağıt dediğim, dörde katlanmış, bayağı büyük bir şey yani. Şaşkınlıkla "Ne bu?" dedim. "Aç bak," dedi. Açtım, baktım. "ENA'ya sevgiler" yazılı ve imzalı bir Feridun Düzağaç albümü posteri...

Bu küçücük bir şey belki... Ama aradan neredeyse 10 yıl geçtiği halde, hatırladıkça, o postere baktıkça hâlâ gülümsüyorum işte... Posteri hiçbir yere asmaya kıyamadım misal. Bant izi olur, evden taşınırım, çıkarmak zorunda kalırım, çıkarırken zarar görür, yırtılır... Sıradan bir poster değil çünkü o... Poster her zaman bulunur. Gidersin alırsın. Hatta imzalatırsın yine. Mesele değil... Ama o poster özel işte... Çünkü o poster sadece bir resim bir imzadan ibaret değil. Onda arkadaşlık var, değer verme var, tebessüm var, yüreğe yayılan bir ılıklık var.

Eyvallah...

Yorumlar

melike dedi ki…
Canım,
Benim de içimden ılık ılık birşey aktı,gözlerim doldu. Döndüm can dostumun hatıralarından birine baktım.Değer vermek ne güzel, değer verilen olmak da . Değer verenler ve değer bilenlerle karşılaşman umuduyla,her zaman.
ena dedi ki…
Hayat çok ilginç gerçekten. Ne zaman kiminle, ne şekilde karşılaşacağını bilmiyorsun. Bu yazıda bahsettiğim arkadaşla aynı sınıfa düşmeden önce de 2 sene aynı okuldaydık ve o dönemde baktığımda "Kesinlikle arkadaş olamayacağım biri" derdim direk. O kadar yani.. Şimdi bak, mezun olalı 8 sene geçti ama çok sık olmasa da sıkı bir sıcaklıkla görüşüyoruz yine.

Bir gün bir bakıyorsun,hergün sağa döndüğün yolda sola döndüğün için günün birinde, biriyle tanışıyorsun,hayatında vazgeçemeyeceğin insanlardan oluyor.

Ya da ne bileyim, çok ilginç geliyor bana, bir paylaşım platformunda karşılaşıp tanışıp şahane sıcaklıkta sohebtler ediyorsun biriyle...

Mühim olan değer vermek,değer bilmek hakikaten... Vefa önemli... Umarım her daim, hepimiz değer bilenlerle karşılaşırız. Sevgiler...

dipnot:Yorumun geldiğinde bilgisayar ekranının sağ alt köşesinden gelen bildirim de her defasında yüzümü güldürüyor, biliyorsun değil mi?