İsim Bulamadığım İçin Az Kalsın Yayınlayamayacağım Yazı

Sofrada en sevdiğiniz yemek ya da tabağınızda en sevdiğiniz tatlı varsa, birçok başka çeşidin yanında, o sevdiğini sona saklayanlardan mısınız, hemen yiyenlerden mi?

Ben sona saklarım genellikle. Çoğu zaman sıra ona geldiğinde doymuş olsam da inatla hep sona saklarım. Sırası geldiğinde küçük parçalar halinde atarım ağzıma. Önce damağımda eritirim. Kesinlikle diğer gıda maddelerine sıkça yaptığım o çiğnemeden löp diye yutma saygısızlığını yapmam. Ağzımın içinde en güzel şekilde ağırlamaya gayret ederim onu. Özel bir törendir o an benim için.

Tek dal sigarayı iki yıl beklettiğimi bilirim. Deli mi dersiniz? Deyin canım, ne olacak. Yabancı mı var aramızda... Ben lise 2'ye geçtiğim sene, genellikle paketinden sigara otlandığım abim üniversite kazanmıştı. Giderken "Hadi al, son kıyağımı da yapayım," diyerek iki sigara uzattı. Birini beraberce içtik, diğerini o zamanlar karpostal koleksiyonu olduğunu zannettiğim bir yığın kartın bulunduğu küçük kutunun içine özenle sakladım. Arada çıkarıp bakardım. "Ulan ne şahane bir şey be. Herif üniversite kazandı gidiyor. Ben de onun verdiği bu sigarayı üniversitede içicem anasını satiim. Boğaziçi'ni kazanıcam, sonra o geziye gittiğimizde bayıldığım noktadan boğazı izleyerek içicem ulan ben bu sigarayı," derdim. Ve İki sene sonra, tam da o noktada, her fırtta ayrı bir keyif alarak içtim o sararmaya başlamış sigarayı. Manyak mı diyeceksiniz? Deyin canım, alışkınım ben.

İşte bazı kitaplar da o sigara gibidir benim hayatımda. Tam bir zaman belirlememişimdir kafamda onun için ama uygun zaman gelince hissedeceğimi bilirim. İlla ki okuyacağımdır onu ama telaşlara kurban vermek istemem. Ayrı, apayrı bir şey olmalıdır benim için. Mesela Suç ve Ceza'ya dair hatırladığım en canlı şey, onu okurken aldığım keyiftir. Lise 2'deyim yine. Evde kimseler olmaz genelde. Demlerim çayımı. Çay demlenene kadar boş mu duracağız, yap hemen bir Türk kahvesi. Haa, kullanılmayan demliğe de neskafe doldur da sonra canın çektiğinde kitabın başından kalkmak zorunda kalmayasın. Bayağı bir hazırlanırdım yani. Odada dikkatimi çekmesi muhtemel her tür fazlalık/dağınıklık kaldırılır, içecekler hazırlanır, cam açılır, minderler rahat oturulacak bir pozisyona sokulur. Yok, genellikle böyle okumam kitabı. Aklınıza gelebilecek her yerde elimdedir normalde okuduğum kitap. Ama bazı kitaplar özel bir töreni hak eder. Suç ve Ceza da onlardandır.

Senelerdir Karamazov Kardeşler'i okumamış / okuyamamış olmamın nedeni sadece bu. Nerede, ne zaman zihnime düştü bu kitabı okumak bilmiyorum. Ama o ilk andan beri, uygun zamanı kolluyorum onu okumak için. Bir kere oldu. Buldum o zamanı. Hemen kitabı tedarik ettim bir şekilde. Hevesle oturdum yerime. Ama ilk kırk sayfadan sonra soba aramaya başladım etrafta. Soba... Başka bir işe yaramaz o baskı çünkü. Ancak atacaksın sobaya, birilerini ısıtsın. Hayatımda karşılaştığım en berbat çevirilerden biri... Bütün şevkimi kaçırdı yine. Fakat o andan sonra daha da büyük bir tutku oldu içimde Karamazov Kardeşler. "Okuyacam ulan. İnat değil mi? Okuyacam! İyi bir baskısını alıcam ve o uygun zaman geldiği an o özel törenle okuyacam!"

Düzgün çeviri araştırmamın yaklaşık bir yıl sürmesi, sadece İletişim ile İş-Kültür arasında kalmış olmamdan kaynaklanıyordu. Defalarca aldım elime, çeşitli sayfalardan karşılaştırdım, insanlara sordum. Hani neredeyse "100 kişiye sorduk," filan diyecek kıvama gelmiştim artık. Bir türlü karar veremiyordum hangi baskıyı alacağıma. Nihayet bir gün, arkadaşımla bir yerlerde oturmuş kitaplarımızı okurken, tercihimi yaptım. Onun elinde Yeraltından Notlar vardı. İş-Kültür baskısı. Bir ara tuvalete kalktı. Kitabına uzandım çaktırmadan. Ben farklı bir baskıdan okumuştum. Bir de buna bakayım dedim. Son hatırladığım, arkadaş gelmiş, bekliyor. Vermiyorum. Veremiyorum kitabı. Kıyamıyorum. Öyle sarmış, öyle içine almış ki beni... O çekiştiriyor, ben çekiştiriyorum... "Tamam," dedim. "Zaten bu olaydan sonra belli oldu, İş-Kültür'den alıcaz."

Talihsizlik mi dersiniz, uygun zamana yolculuğu katlanılır kılan şeyler mi dersiniz, bilemiyorum, bu sefer de baskısı tükenmişti kitabın. Belki bir yerlerde kalmıştır, arayıp tarıyoruz ama öyle bir çılgınlık evresinde değilim. Bunun da baskısını yapmayacaklarsa tekrar ölsünler zaten. İlla ki yapacaklar. Rahatım o yüzden. Ve nihayet bir gün, geliverdi o zamanlar çalıştığım mağazaya. Yeni ürünler kolisini açarken gördüğüm gibi bu kitabı bıraktım işi filan, doğru kasaya.

İşte hazırlıklarımı tamamladım. Her şey hazır... Uygun zamanı bekliyorum şimdi sabırla.

Şimdi neden mi anlattım bunu? Çünkü çeviri yetiştirmem gerek ve onu engelleyecek her şey karşı konulmaz bir cazibeyle duruyor karşımda.... Keyfi anlatmanın keyfi gibi mesela...

Yorumlar

Mel dedi ki…
Bu yazıyı okurken manyak demedim de ''orijinal'' sıfatını uygun gördüm sana canım:) Hiç duymadığım,görmediğim şekilde özen gösteriyorsun keyif aldığın şeylere.Ne kadar güzel.Çevirini teslim ettikten sonra yudum yudum al içine kitabı ve bize anlat :)
ena dedi ki…
Şu dünyada o küçük keyifler dğeil midir insanın hayatını yaşanılır kılan. Madem ki onlar bu denli güzelleştiriyor yaşamımı, evimi güzelleştiren vazonun tozunu bile özenle alırken bunlara özen göstermemek terbiyesizlik olur bence:))

Vazom yok, olsa da tozunu almam herhalde bu arada:)) Ama yüreğimin tozunu alanların toz tutmasına gönlüm razı olmaz:))
N.Narda dedi ki…
Biliyor musun, seninkine benzer bir tür bekleme dönemleri bende de oluyor. O kitabı almam geektiğini biliyorum, ama şimdi değil.Neden bilemem. Mesela Borges.Yıllardır aklımda. Ta ki geçen haftaya dek. almakla bitmiyor, başlamak için de zaman gerek :)
Hoşçakal.