Susmaya Alıştırılanlardan Küçük Bir Haykırış



Yukarıdaki video, Hakkari'de bir sınıf öğretmeni tarafından hazırlanmış. Kendi sınıfının öğrencileriyle...

Ve yine benden duymayı bekleyeceğiniz şeyler söyleyeceğim aslında: Tüylerim diken diken oldu bunu izlerken. Gözlerim doldu. O kadar doldu ki, baraj kapaklarını açar gibi akıttım klavyenin üstüne. Bozulursa bozulsun anasını satayım... Şu çocukların gözlerindeki sevince, heyecana değmez mi?

Seçilen şarkıdan alınan görüntülere her şeyiyle çok manidar....

Müzik dersleriyle aram iyi olmadı hiç. 4. sınıftayken sınıf öğretmenimizden başka biri gelmeye başlamıştı müzik derslerine. İşte Atatürk'ün sevdiği şarkılar ve basit flüt parçaları kıvamında klasik, sıkıcı, insanı canından bezdiren bir ders... Sene sonuna doğru, müzik öğretmeni tenefüse çıkarken elini omzuma atarak şunları söylemişti bana: "Ne güzel tesadüf değil mi, ben senin öğretmeninim, senin baban da kızımın öğretmeni. Babana söyle ben sana 5 vereyim baban da benim kızıma 5 versin."

İnsanlardan iğrenmenin nasıl bir şey olduğunu ilk o zaman anladım. Ve tabii ki babama bunları iletmedim. Öğretmene gülümsedim ve "Bana 4 verin öğretmenim, hem 4. sınıfta 4 ne güzel olur," dedim. (Bu arada seneler sonra bir de o öğretmenin birkaç sene öncesinde ana okulu öğretmenliği yaptığını ve o dönemde abimin bütün bir gece hevesle uğraşarak yaptığı bir resmi "bu ne biçim resim, böyle resim mi olur" diyerek yırttığını öğrendim. Şimdi nasıl suçlanabilir ki 5-6 yaşlarındayken, okulu temsil eden bir öğretmen tarafından resmi paramparça edilen bir çocuk okulu sevmediği için?)

Ortaokul yıllarında da alanı müzik olduğu için kendini pek büyük bir şey zanneden, ortalarda büyük virtüoz havalarında gezen bir öğretmenim vardı. Flüt çalmayı hiç sevmedim ve layıkıyla çalamadım, eyvallah. Lakin bir sözlü için bir hafta boyunca her gece evdekilerin beynini şişirmek pahasına deli gibi çalışmıştım. Büyüleyici çalmıyordum evet ama bütün notaları tam kıvamında, tam yerinde üflüyordum. İyiydim yani. Çok çabalamıştım. Çok çalışmıştım. Çalarken burnumdan değil ağzımdan nefes aldığım için sözlüden 3 aldım. Ama griptim. Burnum tıkalıydı ve oradan nefes almam imkansızdı. Beni okula göndermek istememişlerdi de hastayım diye, çok çalıştığım için, sözlüye katılmak, gururla 5'imi alıp yerime oturmak istemiştim. Olmadı...

Yani demem o ki, şu çocukların müzik dersi için hazırladıkları şu etkinliğe bakınca ilk önce öğretmenin bu yaratıcı fikri çarptı beni. İnsanı nasıl da heveslendiriyor. Öğrencileri nasıl da heyecanlandırıyor. İlerisi için ne şahane bir anı...

Sonra çocuklara bakıyorum. Yüzlerindeki mutluluğa, duruşlarındaki heyecana, gözlerinden taşan sevince, o yüzlere işlemiş, ayrılmaz bir parça haline gelmiş yakıcı hüzne... Ne şahane bir şey bu! O çocukların yüzlerinde o tebessümü açtırmak, o çocukların yüreğine o duyguları akıtmak belki de onlar için yapabileceğiniz en şahane şeydi öğretmenim! Helal olsun!

Öğretmenleri onlara bu projeden ilk bahsettiğinde o çocukların yüzlerini görmeyi çok isterdim. Sevinçlerini, heyecanlarını... Sadece ayağının üstünü örten çorapları ve gözlerinden taşan sevinciyle o çocuğun heyecanını paylaşmak isterdim mesela.

Susmuş, susturulmuş insanları temsil eder gibi ağzında mavi bir şişe kapağıyla oynayan o çocuk mesela... Şarkının iki kelimesini söyledikten sonra utanarak yüzünü kollarının arasına saklayan o yeşil hırkalı kız... Susmanın, derdini paylaşmamanın, fikrini söylememenin, "hanım hanımcık" oturmanın, "efendice" durmanın bir erdem olarak içimize işlenmesinin sonuçlarını en saf, en masumane şekliyle anlatmıyor mu? Halbuki sürekli olmamalı susmak. Yeri gelince susmalı... Ama sadece karşımızdakinin söylediklerini dinlemek için adam akıllı... Susmak sadece bu işe yaramalı...

Bu çocukların gözlerini böylesine parlatan büyük bir şey değil işte... Sadece bir konuşma fırsatı verilmiş onlara... Kendilerini bir şekilde ifade etme... Hani videonun sonundaki o küçük çocuk... Okul önlüğü yok üzerinde... Kısacık bir boy, darmadağınık saçlar... Esmer bir yüz... Bir elini cebine koyup utangaç bir tebessüm yerleştiriyor yüzüne... İşte o tebessümün nedeni biraz ilgi sadece... Ona çevrilmiş bir kamera... Kamera mekanik bir gözdür nihayetinde... Gözleri bir yere çevirmek, ilginin göstergesidir bir yerde... İşte sadece biraz ilgi... Biraz kulak vermek... Biraz sormak... Biraz konuşturmak... Konuşmaları için fırsat sunmak... Susturmak değil...

Bu çocuklar çok etkiledi beni... Videoyu izleyince dağıldım... O kadar dağıldım ki zihnime üşüşen düşünceleri de ancak bu kadar toparlayabildim...

Bu videodaki kardeşlerim, 1-C sınıfının şahane öğrencileri... Ne kadar şahane bir şey yaptığınızın farkındasınız değil mi? Biliyorum ki hepimizden çok farkındasınız aslında... O yüzden yüzlerinize yerleşip kalmış o hüzün...

Öğretmenim, ne kadar şahene bir şey yaptığınızın farkındasınız değil mi? Farkında olmasanız girişmezsiniz böyle bir işe zaten. Yoksa yukarıda anlattığım öğretmen modelleri de sizinle aynı ünvana sahip... Ama siz müzik dersinin etkisini artırmak adına yaptığınızı belirttiğiniz bu çalışmayla aslında çok daha önemli bir ders verdiğinizi biliyorsunuz değil mi... Hem de izleyen herkes 1-C sınıfının sıralarına çöküveriyor... Yüreğinize sağlık....

Yorumlar

Melike dedi ki…
Harikalar.Öğretmene de miniklere de hayran oldum .
Yazın da bir o kadar güzel.Bir 4.sınıf öğrencisinin bazen öğretmeninden daha erdemli olabileceğini de bu cümlenle paylaştın :Bana 4 verin öğretmenim, hem 4. sınıfta 4 ne güzel olur," Bayıldım.
Abinin yaşadığı durumu da lisede İngilizce derslerimizde hazırladıgımız ''role-play''lerden birnde canlandırmıştık,şimdi ,bunun gerçekten yaşandığını öğrenmek üzdü beni.İnsanların,hele minicik bedenlerken,yüreklerinde yara izleri bırakılması hep yakmıştır içimi,okurken cız etti bu yüzden.Bu tür insanlar ve yanlışları var olmaya yazık ki devam edecek ama dileğim ;Hakkari'deki bu öğretmenin ve senin gibi susturulmaya alıştırılamamış kişilerin çoğalması .
ena dedi ki…
Hep birlikte çoğalalım işte canım kardeşim:)

Ama ben şunu çok iyi bilirim ki, çoğu kimse bunu önemsemese de, hatta öğretmenler bile önemsemese de, bazen tek bir cümleleri bile bir insanın hayatını değiştirebilir. Öğretmenin bir hareketi, bir tavrı, bir cümlesi, bir çocuğun hayatını tüüyle değiştirebilir. Tabii öyle sihirli bir değnek misali değil... Çocuğun iç dünyasına bir tohum atar hani... Yıllar içinde serpilir, gelişir o tohum... Elbet kökünden kesmek isteyenler de çıkar filizleneni... Hepsine yetişemezler ama...

Bir öğretmenimle yaşadığım bazı olaylar da benim hayatımda hala sürdürmektedir etkisini. Hayata bakışımda büyük katkısı vardır...

Bu kadar uzattım da, demem o ki, bu öğretmen öğretmenmiş. Bu öğretmen, öğretmenliği "geçim kaynaklarını sağlayan bir meslek" olarak değil, insan hamuruyla uğraşma sanatı olarak algılamaktaymış:)

Yorumların çok mutlu ediyor beni:)Teşekkür ederim.
ena dedi ki…
Zaten bizi kurtaracaksa o iyi öğretmenler kurtaracak... Küçücük tohumlarla...