KOLONİ / J.C GRANGE




Daha önce hiç Grange okudunuz mu? Ben kendisiyle ilk olarak lise son sınıftayken, sevgili ağabeyimin tavsiyesiyle tanıştım. Kızıl Nehirler adlı kitabından pek bir övgüyle bahsedince ben de okuyayım istedim. İki günde bitirmiş, çok da beğenmiştim.

Polisiyelerden genellikle pek büyük beklentilerim olmaz. Kurgusu iyi olsun, dili de öyle berbat olmasın, okutsun yeter. Hatta kurgusu Kızıl Nehirler gibi hakikaten güzel olursa tadından yenmez.

Daha sonra Kurtlar İmparatorluğu’nu da okudum aynı yazarın. Beni Kızıl Nehirler gibi vurmamış olsa bile o da iyiydi. Geçenlerde Koloni de raflardaki yerini alınca ve iş yerinde ara sıra da olsa boş kalabildiğim bir döneme girince “Hadi bir bakalım buna da yahu,” diyerek elime aldım kitabı. Ama açıkçası kitapta beni heyecanlandıran, bende merak uyandıran, biraz olsun etkileyen ya da “Olsun ya şurası güzeldi ama,” diyebileceğim tek bir parça bile çıkmadı.

Hikâyemiz, bir Ermeni kilisesinde, kilise orgcusunun ölü bulunmasıyla başlıyor. O sırada ayin için kilisede bulunan emekli Ermeni polis Kasdan, meslekten kalma içgüdülerle olayın peşine düşüyor. Daha sonra bir şekilde yolu, uyuşturucu dolayısıyla görevinden bir süreliğine uzaklaştırılmış olan polis Volokine ile kesişiyor ve araştırmayı birlikte yürütmeye başlıyorlar.

Bu ikili, kilise müzisyeninin ardından işlenen başka cinayetlerin de birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünerek hızla aradaki ilişkiyi çözmeye çalışıyor, çeşitli kişilerden aldıkları bilgilerle Koloni’nin varlığını, tarihini ve günümüzdeki konumunu ortaya çıkarıyorlar. Ancak bu hikâye böyle akıp giderken yan öykü olarak verilen Kasdan’ın geçmişi anlamsız, ayrıksı duruyor. Hiç gereği yok yani. Kendi içinde zekice kurgulanmış bir hikâye olabilir ancak kitabın hikâyesi içinde gerçekten gereksiz bir ayrıntı olmaktan öteye gidemiyor. Bu zeki kurguyu başka karakterlerle, başka bir kitap olarak da düşünebilirdi yazar.

Bunun dışında Volokine (Volo diye geçiyor kısaca) ve Koloni arasındaki ilişki çok göstere göstere geliyor. Olay ortaya çıkmadan epey bir önce çözüyorsunuz ve sizi pek de şaşırtmıyor. Dolayısıyla yine bir strateji hatası var burada sanki.

Ayrıca Grange neden okuyucuya durmadan bir bilgi yüklemesi yapmaya çalışmış onu da anlamadım. Yok ASCII dosyalar yok şunlar yok bunlar. Gereğinden fazla detaya girerek aktarılmış. Kimi yerlerinde bir roman, üstelik sürükleyici olması beklenen bir polisiye roman değil de bir bilgisayar kitabı okuyormuş hissine kapıldım.

Kimi zaman yabancı polisiyelerin (hem kitap hem de film olarak) bizim şu Battal Gazi mevzuundan fazlaca etkilendiklerini düşünüyorum. Tek başına Bizans’ı yenen Battal Gazi’miz olmayaydı ne olurdu acep? Kasdan ve Volo ikilisi tek başlarına, yıllar boyu onca devlete direnmiş koca bir Koloni’yi darmadağın edebilirler miydi?

Ve son olarak da dizgi hataları… O kadar çok ki bazılarını not almak bile istemedi canım. Birkaçını aşağıda paylaşıyorum. Bu kitaba para vermenizi tavsiye etmem. Bilhassa da alınacak o kadar güzel kitap varken…

Kitabın başlarında sürekli olarak “kompazitör” sözünün kullanılmasına kafayı taktım öncelikle. Neden bestekâr filan değil? Neden kompazitör? Batı tarzı müzikler besteledikleri için mi?


“Kasdan hep mücadele ettiği önyargılarına göre bütün homoseksüeller asalak, iflah olmaz birer seks düşkünüydü.” (sf.46 – Kasdan’ın hep mücadele ettiği önyargılarına…)


“Fırtınadan önceki sakinlik hâkimdi. (sf.49 – Efendim benim bildiğim bu bir kalıptır ve Fırtınadan önceki sessizlik şeklinde kullanılır.)


“Psikiyatrik bakımdan her şeyi görmüş, her şeyi yaşamıştı. Depresyonlar. Halüsinasyonlar. Sayıklamalar…” (Sf.55 – Bu ifadeler beni epeyce rahatsız etti. Bir insanın depresyon geçirdiği, halüsinasyon gördüğü ya da sayıkladığı ifade edilmek isteniyor eyvallah ama bunu psikiyatrik bakımdan her şeyi görmüş, her şeyi yaşamıştı gibi absürt bir cümle yerine başka türlü ifade edebilirdiniz. Çok tuhaf bir cümle olmuş.)


“Volo ayrıntılar istiyordu. Tarihler. Olaylar.” (sf.78 – İngilizcedeki çoğul eki ile Türkçedeki çoğul eki kullanımının farkını anlamayı bir türlü beceremiyoruz sanırım. Tarihler olaylar kısmı tamam. Ama günlük hayatta karşımızdaki bir insandan, anlattığı mevzuuyla ilgili daha detaylı bilgi vermesini talep ederken “Ayrıntılar istiyorum,” demeyiz biz Türkler. “Ayrıntı istiyorum,” deriz. En olmadı “Ayrıntıları anlat” deriz. Ama “ayrıntılar istiyorum” demeyiz.)


“ (…) Ama bir yandan da cumhuriyetin bu küçük askerine öfkeleniyordu da.” (sf.79 – Bağlaç olan “da” gereğinden fazla kullanılmış sanki. Birinden birini çıkartmak daha akıcı kılabilir cümleyi. “Ama bir yandan da cumhuriyetin bu küçük askerine öfkeleniyordu,” ya da “Ama bir yandan cumhuriyetin bu küçük askerine öfkeleniyordu da.”)


“Kasdan, Naseer’i o küçük ibreyi düşündü.” (sf.87 – Sanırım burada “ibre” derken “ibne” demek istiyor.)


“Yapmak istediği tek vardı.” (sf.206 – Yapmak istediği tek bir şey vardı.)


“Mümkün olduğunca en çabuk şekilde doğru tarafta yer almak ve olabildiğince bazı şeyleri ‘temiz’ halletmek.” (sf.206 – Bu cümleyi nasıl düzeltsem bilemedim. Baştan kurmak gerek sanırım. “Mümkün olduğunca en çabuk şekilde” diye bir kullanım olmaz zaten. Ya “Mümkün olduğunca çabuk/hızlı bir şekilde,” diyeceksiniz ya da sadece “En çabuk şekilde” diyerek zaten “en” kelimesiyle o anlamı sağlamış olacaksınız. Bir yandan da “olabildiğince bazı şeyleri ‘temiz’ halletmek” ifadesi var ki ne desem bilmiyorum. İlkokulda filan öğretiyorlar öğelerin dizilişini. “Bazı şeyleri olabildiğince ‘temiz’ halletmek,” olmalı doğrusu. Eğer “olabildiğince” kelimesi “temiz” ifadesini niteliyorsa. Yok başka bir şeyi niteliyor diyorsanız, ona göre ifade edeceksiniz.)


“İnternet kafe güven uyandıran bir yere pek benzemiyordu.” (sf.212 – Yine zarfın yeri yanlış. “İnternet kafe pek güven uyandıran bir yere benzemiyordu.”)


“Enerjilerini bir armağan olarak hayalini kurdukları özgürlüğe sunan, başka hiçbir bağlamda görülemeyecek bir uyum, bir birliktelik içinde hareket eden iki insan. Fiziksel aşk da bile.” (sf.252 – Ayrı yazılması gereken “da”ların bitişik yazılmasına alışmıştık da ismin –de hali olan ekin ayrı yazıldığını görmek şaşırtıcı ve kafa karıştırıcı. Bence Türkçe eğitimi müfredatı tamamen elden geçmeli. İlkokulda anlatılıyor bunlar, sonra da nasılsa önceden öğretildi diye kimse el sürmüyor herhalde. Unutuyoruz onca sene sonra. Acilen bir çözüm bekliyoruz Sayın Milli Eğitim Bakanımızdan.)


“Ses, borulardan gürültü yüzünden güçlükle duyuluyordu.” (sf.257 – “Borulardan gelen gürültü” ya da “borulardaki gürültü”)


“Sadece Volokine aslanın ağzına atlamakla kalmıyordu, aslanın ağzı da onu tanıyacaktı.” (sf.361 – “not only…but also” kalıbını sevmiyorum ya. İki cümleye bölmek istemediğimiz için midir nedir bu kalıbın geçtiği cümlelerin çevirisi çok yapay duruyor bizde.)


“ (…)yapan halükârda biz olmayacağız.” (sf.375 – “her halükârda)


“Çalıştırarak insanlar, çocukta bu yoğunlukta bir ses elde etmeyi başardılar.” (sf.382 – Tuhaf bir cümle. Anlatmak istediği, birtakım insanların çeşitli deneyler ve çalışmalarla, ulaşmak istedikleri bir ses düzeyine, çocuklar üzerinden ulaşabildikleri. Yani bazı çocuklara çeşitli çalışmalar yaptırıyorlar ve onlardan istedikleri bir yoğunlukta ses elde etmeyi başarıyorlar. Ama herhalde bu keşif fazlaca heyecanlandırmış olmalı ki ifade etmekte güçlük çekmişler. Cümleyi birbirine katmışlar.)


“Tüm bütün büyük yazgılar, babanın yazgısıyla başlar.” (sf.391 – “Tüm” ve “bütün” kelimeleri bir arada kullanılmaz bildiğim kadarıyla. “Siyah kara kargalar gökyüzünde uçuyordu,” filan da diyebiliriz öbür türlü.)

Yorumlar

Kerem Akbaş dedi ki…
Tam anlamıyla bir zaman ve para kaybı. Grange'ta her yeni kitabında bizi biraz daha fazla hayal kırıklığına uğratıyor. Son iki kitapta işlenen "kilise" teması, bizim olaya yabancı olmamızdan dolayı okuyucuyu sarmıyor. Burada iş biraz da çevirmene düşüyor sanırım. Sunaklar, şapaller arasında tek tük gördüğümüz kiliseleri aklımıza getirip yap-boz yapıyoruz buda okuyucuyu kitaptan uzaklaştırıyor.
Olay çok kolay bir şekilde sonuca ulaşıyor insanı şaşırtmıyor.
ena dedi ki…
Bir önceki kitabı Şeytan Yemini'ni okuma fırsatım olmamıştı. Zaten bundan sonra öyle bir arzum da kalmadı. Ama Kilise teması konusunda sana katılıyorum. Bu da okuyucuyu uzaklaştıran etkenlerden biri. Olayların kurgusu konusundaki zayıflıkta da haklısın. Biraz daha şaşırtmacalar bekliyor insan.
Sera dedi ki…
en son Adam Fawer'in Empati'sini okuma gafletinde bulundum. sonuna kadar dayandığım söylenemez ama o bilim dersi veren kısımlarla iç içe geçen komplo teorilerini okumak için yaşlandım sanırım artık.

çeviri olayında da geçende Katherine Mansfield'ın öykülerindeki Garden Parti adına takıldım ben de. neden bahçe partisi değil de garden parti demiş Memet Fuat çok merak ettim.
Adsız dedi ki…
Kitap'ın kurgusunu anlamadığınızdan böyle kaynaklanıyor. Bu kitapta verilen Kasdan'ın yaşam hikayesi romandaki karekteri daha iyi anlamamızı sağlıyor. Bir diğer mevzu koloniyi iki kişinin dağıtması. Gerek film- gerek kitap olsun ana tema budur. bir kahraman ve sayısız öldürülen düşmanlar.

Son olarak kitaptaki yazım hatalarını buraya yazmışsınız ama bu Grange'nın değil çeviri yapan zat'ın hatası. Doğan Kitap bu hataları diğer baskılarda düzellti zaten.

Saygılar.
ena dedi ki…
Adını vermeyen sevgili yorumcu,

Sizce bir şeyi beğenmeyen ve neden beğenmediğini nedenleriyle dile getiren herkes, o kitabın kurgusunu mu anlamamıştır? Zaten bir tek siz zekisiniz. Her şeyin en iyisini siz anlarsınız. Öyle iyi anlarsınız ki her şeyi, Doğan Kitap'ın özensizliğine örnek olarak verdiğim - Ki özellikle Doğan Kitap ve çevirmen diye belirttim - yazım hatalarını Grange'a mal ettiğimi zannedersiniz ancak. Bence asıl siz benim söylemek istediklerimi anlayamamışsınız. Üstelik diğer baskılarda düzeltilmesinin bir önemi yok. Grange ülkemizde çok satacağı belli bir yazarken bunca özensiz bir baskı hazırlanması rezaletten başka bir şey değildir.

Ayrıca Kasdan'ın hikâyesi size ne anlattı bilemeyeceğim ancak bir de o bölümü çıkartarak okuyun kitabı, hiçbir şey değişmediğinizi göreceksiniz.

Son olarak ise lütfen artık siz ve sizin gibiler bu huylarından vazgeçsinler. Sizin beğendiğiniz bir şeyi herkes beğenmek zorunda değildir. Birisi sizinle aynı fikirde olmadığında hemen "eşek hoşaftan ne anlar" sendromuna kapılmanız komik kaçıyor artık.
ena dedi ki…
Sevgili Sera,

Ben Fawer'ın Olasılıksız'ını okumuştum. O da yayınevinde çalışan bir arkadaşımız arasıra yeni çıkan kitaplardan getirir, o hediye etmişti. Para vermediğim için "Bir bakayım yahu," dedim yani. Öyle aman aman abartılacak bir şey bulamamıştım ve senin de bahsettiğin o dersvari kısımlarından nefret etmiştim.

Bu postun ilk yorumuna imza atan sevgili ağabeyim doğumgününde Empati'yi istemişti. Evden taşınırken de sağolsun bana bıraktı. Uygun bir zamanda ona da göz atacağım ama sanırım ben de senin gibi bu tür şeyler okumak için yaşlandım.

Bu arada park deyince ben de rafta her gördüğümde neden Mansfield Parkı'nı "Umut Parkı" diye çevirdiklerini merak ederim:) İçeriğine bakmak lazım herhalde.
EMİNE ÖZTÜRK dedi ki…
grange'ın okumadığım tek kitabı.. sanırım pek de bir şey kaybetmemişim..