Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi / Ayfer Tunç


Okumaya karar vermem bir anda oldu bu kitabı. İşyerinde, tıkıldığım yerde dururken yanımdaki arkadaşa “Ya şu kitabı bir versene bakayım,” dedim. Elime aldım, ilk cümleye baktım ve kendimi kitabı okurken buldum. Kendimi bir anda müthiş bir dilin, ustaca yaratılmış yüzlerce karakterin ortasında buluverdim.

Bir anda içine çekiveriyor insanı. Tam anlamıyla soluk soluğa okunan bir kitap. Her cümleyi (ki son derece uzun, buna karşın yine son derece kusursuz cümleler mevcut kitapta) heyecanla okuyor, bir sonraki cümle nasıl devam edecek, bir sonraki paragrafta anlatılan karakterin hikâyesi nereye bağlanacak merakıyla bir türlü kitabı kapatamıyorsunuz. Bazen bir karakterin bazen bir ikonanın, bazen de el yazması bir Kuran’ın peşinden sürüklenip gidiyor, yepyeni karakterler, yepyeni hikâyeler tanıyorsunuz. Tam “Bir dakika ya, biz nerden geldik şimdi buraya kadar, nerden başladı bu hikâye,” demeye niyetlendiğiniz anda bir bakıyorsunuz ki son derece yaratıcı bir şekilde bağlanmış her şey.

Aslında her şey, Karadeniz’de, küçük bir şehirde, deniz kıyısında olmasına rağmen denize bakan tek bir penceresi bile olmayan bir akıl hastanesinin tarihini anlatma niyetiyle başlıyor. Bu akıl hastanesinde başlayan öykü, yolu bir şekilde oraya düşen ya da oradan teğet geçen karakterler, bu karakterlerle hayatı bir şekilde kesişmiş karakterler, karakterlerin hayatında bir şekilde yer almış nesneler ve o nesnelerin akıbeti gibi zincirleme bir öyküye dönüşüyor.

Bir insan manzaraları romanı diyor kitabın arka kapağında. Aslında bu kitabı en iyi tanımlayacak söz öbeği de bu. Her çeşit insan, her çeşit öykü… İlla ki kesişiyor bir yerde. Ama en güzeli de bu kesişime öyle dan dan dan vurgu yapılmıyor. “Ulan bak görüyon mu nasıl kesiştirdim ben bunları be! Zekâ derler buna zekâ! Hahaha, nasıl da şaşırdın di mi, kalakaldın öyle zekâm karşısında” tarzı bir eda sezilmiyor satır aralarında. Hatta bazen insanı hayrete düşürecek detaylar öylesi bir doğallıkla veriliyor ki hayranlık duymaktan başka bir şey gelmiyor insanın elinden.

Öte yandan yine aynı doğallık içinde yakın tarihin bazı noktalarına da değiniliyor. En hoşuma giden tanımlardan biriydi mesela Kenan Evren için yapılan “Pinochet ve Picasso arasında kişilik bölünmesi yaşayan adam” tanımlaması.

Yukarıda da belirttiğim gibi Ayfer Tunç gerçekten çok uzun cümleler kurmuş. Ancak ilginçtir, cümlelerin uzunluğu beni hiç sıkmadı. Bir solukta okunan, üstelik büyük keyif veren cümleler zira. 480 küsur sayfalık kitapta gözüme ne bir harf hatası ne de düşük bir cümle çarptı. Üstelik bu konularda önceki yazılardan da fark etmiş olacağınız gibi son derece takıntılıyım. Yayın dünyasının bu konudaki özensizliği de malumunuz. Böyle bir ortamda, dil konusunda bu denli özenli bir kitap okumak gerçekten ilaç gibi geldi.

Normalde hızlı okuyan bir insanım. Yeter ki ortam uygun olsun. Ama bu kitabı iş ortamında, üstelik sürekli bölünmeye açık bir şekilde okudum. Buna rağmen bir hafta gibi kısa bir sürede bitirdim kitabı. Öylesine çekiyor yani insanı. Tabii o arada 5-6 insana daha okuttum…

Uzun lafın kısası, son dönemde okuduğum en güzel eserlerden biriydi. Onca karakter içinde birinin hikâyesi de insanı sıksın değil mi? İnanın yok. Hepsini merakla, hatta meraktan öte iştahla okudum. Çok, çok iyi geldi bu kitap bana. Yaratıcılığıyla, diliyle, anlattıklarıyla, düşündürdükleriyle…

Rahatlıkla tavsiye edebileceğim, herkesin seveceğine inandığım bir kitap. Bence muhakkak okuyun.

Okurken beni çarpan, çok güldüğüm ama biraz da acı acı güldüğüm bir cümle ile bitireyim… Yaklaşık bir asır önce, öykünün merkezinde yer alan hastanenin kurulması için esnaftan para toplanması ile ilgili kısımda şöyle diyor Ayfer Tunç:

“Osmanlı tebaasının genlerinde bulunan Kendi ihtiyacını kendin gör! anlayışı, cumhuriyet ve demokrasiyle birlikte yerini devletten hizmet talep etmeye bırakacağına, ileriki yıllarda halk tarafından daha da benimsenecek; devletten hizmet istemeye korkan, ezkaza görecek olursa minnettarlığından ne yapacağını şaşıran Anadolu halkı, yüzyıl sonra Kendi okulunu kendin yap kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor? diye sormayacaktı.”

Yorumlar

Sera dedi ki…
çok yerde karşıma çıktı ama bir türlü biraraya gelemedik bu kitapla. bir şekilde okuyacağım ama.
ena dedi ki…
Mutlaka tavsiye ederim. Çok eğleneceksiniz:)
Adsız dedi ki…
Merhaba,
kitabı okumaya yeni başladım. Aynen tarif ettğiniz gibi bir his bırakıyor okurken...

Sibel
ena dedi ki…
Sibel Hanım,
Kitabı beğenmenize çok sevindim. Bitirdikten sonra görüşlerinizi tekrar paylaşırsanız sevinirim.

Sevgiler.