Edita Morris'ten İki Kitap






Tesadüfen keşfettiğim bir yazar Edita Morris. Halbuki oldukça da ünlü imiş. Ben bir kitabının tuhaf ismini görüp de gülünce, gülüp de kitabı elime alınca ve arkasını okuyunca fark ettim bu yazarı. Kitabın adı “Nasıl mısın? İyi misin?” idi. Kitap incecikti ve Remzi Kitabevi’nin yayınlarından olmasının sağladığı indirim, ama en çok da kitabın arka kapağında okuduğum konunun güzelliği çok da düşünmeden bu kitabı almamı sağladı.

Bu kitabın hemen ardından da Hiroşima’nın Tohumları kitabı geçti elime. Onun da arka kapağını beğendim ve yine çok düşünmeden alıverdim.

Her iki kitap da dünyanın karşı karşıya olduğu sosyal sorunlara değinmekte… Açlık, dünyanın hızla bir çöl olmaya doğru ilerleyişi, eşitsizlik, Hiroşima’ya atılan atom bombası, savaş, barış… Ve tüm bunların insan psikolojisine etkileri…

Aslında kitaplarla ilgili daha derin detaylara inmeye çok lüzum yok. Her ikisinin de arka kapak yazılarını buraya aktarmam yeterli olur sanırım. Belki üstüne birkaç kelam daha…

“Nasıl mısın? İyi misin?” kitabının arka kapağında şunlar yazıyor:




Nasıl mısın? İyi misin? Ünlü romancı Edita Morris’in ortak bir tema; “açlık”
üzerine kaleme aldığı iki ayrı yapıttan oluşuyor. Kitaba adını veren birinci
bölümde Morris, Jamaica’daki yoksulluğu, açlık ve işsizliği, Jamaicalı bir genç
kızım Batılı bir yazara yazdığı mektuplar aracılığıyla aktarıyor okurlarına. Ve
tüm dünyadaki Siyah’ların kara yazgılarını gözler önüne
seriyor.

İkinci bölüm olan O Mutlu Gün’de ise, çevresel bir felaket
sonucu çöl haline gelmiş bir dünyada yaşamın nasıl olabileceğini gösteriyor
yazar. Yiyecek hiçbir şeyin bulunamadığı, insanların hayatta kalabilmek için var
olan her şeyi “değerlendirmek” zorunda kaldığı bir dünya kurgulayarak, hepimizi
uyarıyor.




Kitaba dair benim izlenimlerinden kısaca bahsetmek gerekirse, ilk bölümden ziyadesiyle etkilendiğimi aktararak başlayabilirim sanırım. Jamaicalı kadının Beyaz kadın’a yazdığı mektuplar beni oldukça etkilemişti. Ama asıl çarpıcılık, bu hikâyenin sonunda. Her ne kadar umutsuzluğu perçinlese de bir yandan da öylesine gerçek ve öylesine acı bir son ki… Bir küfür savurası geliyor insanın. İlk bölümü okurken özellikle çeviriden çok etkilendim. Her iki kitabı da Ülkü Tamer çevirmiş. Ama ben özellikle Jamaicalı’nın mektuplarının çevirilerinden etkilendim. İngilizce’yi çat pat bilen, bildiği kadarı ile eski Beyaz Efendisi’ne mektuplar yazan bu kadının saflığı öylesine yansıyordu ki dile. Kısa cümleler, yanlış kullanımlar, çocukça hatalar… İşte bu hatalar çok güzel kılıyordu dili. Morris’in yazdığı özende de çevirmişti Ülkü Tamer.

İkinci bölüm ise tam anlamıyla Hobbes’un Doğa Durumu anlatısının bir örneği. Hani medeniyet öncesi insanların durumunu anlatır ya Hobbes, doğa kanunlarının hüküm sürdüğü, insanların ortadaki malları, toprakları ve akla gelebilecek her şeyi elde edebilmek için birbirleriyle amansızca mücadele ettikleri bir dönem olduğunu. Bu dönemin sonunda ise insanlar can güvenliklerini sağlamak için birtakım topluluklar oluşturmuş, yasalar belirlemiş, sahip oldukları güçleri hazırlanan bir toplumsal sözleşme ile egemen seçtikleri birine devretmişlerdir. Hobbes’un anlatısının bir benzerini sergiliyor Morris O Mutlu Gün adlı hikâyesinde. Ama o medeniyet diye bize sunulan kapitalizmin kaçınılmaz sonu olarak kurguluyor aynı tabloyu. Hobbes ve Morris’i birleştirince tarihsel bir çember elde ediyoruz yani. İnce bir kapitalizm eleştirisi… Hem de en hayati noktadan… Dikkate alınması, sadece bir hikâye olarak okunmaması gereken bir yapıt bence…

*


Hiroşima’nın Tohumları ise atom bombası sonrasında Hiroşima’nın yerlilerinden bir grubun hayatlarından bir kesit sunar. O büyük felaketin küçük insanların hayatlarını nasıl etkilediğini gözler önüne seren bu kitap, ben ilki kadar etkilememiş olsa da (sanırım araya çokça etkilendiğim Tol girdiğinden) yine de okurken gözümden süzülen birkaç damla yaşa engel olamadım. Bu kitabın arka kapak yazısı ise şöyle:




Atom bombası sadece bir kenti tüm canlılarıyla birlikte yeryüzünden silmekle
kalmadı. O, kanlarını, iliklerini, tüm bedenlerini kirlettiği, sakat bıraktığı
çocukların ve gencecik insanların sonraki hayatlarını da ipotek altına
aldı.

Edita Morris, “Hiroşima’nın Tohumları”nda, büyük bir aşkla
bağlandığı Hiroo’yla evlenen Ohatsu’nun öyküsünü, “atom bombası”nı yaşayanlar
için âşık olmanın, evlenmenin, çocuk doğurmanın ne kadar büyük bir korku
olduğunu anlatıyor. Anlatıyor, çünkü benzeri felaketlerin tekrar yaşanmaması
için, edebiyatçı olarak üzerine düşen görevi, sorumluluğunu yerine getirmek
istiyor.

İnsanlık sorunlarına karşı hâlâ duyarlı olanlara…




Sanırım tek belirtmem gereken nokta, hikâye içinde Ohatsu’dan çok ablasının hayatına yer verildiğidir. Ama esas vurucu nokta yine Ohatsu ile ilgili…

Morris’in henüz okumadığım bir diğer kitabı ise “Vietnam’a Sevgiler”. Bu eserinde yine insanlık sorunlarına karşı duyarlılığını sergilemiş Morris. Hiroşimalı bir genç ile Vietnamlı bir gencin mektuplaşmalarından oluşan bu eseri de okumak için sabırsızlanıyorum.

Yorumlar

Sera dedi ki…
Hiroşima'nın Tohumlarını okuyup sevmiştim. sadece öykü ve anlatılanlar değil, yazarın duyarlı dili de hoşuma gitmişti.
ena dedi ki…
Beni en çok etkileyen de yazarın duyarlılığı olmuştu zaten.Hemen her kitabında dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlara değinmiş olması da ayrıca etkileyici...

Teşekkürler yorum için bu arada:)
Adsız dedi ki…
Şu Jamaicalı kadının öyküsünü okudum ders arasında ve boom. seni affetmeyeceğim, beni nasıl böyle üzer ve sarsarsın?
ena dedi ki…
Aybalam, ben de aynen böyle sarsılmıştım işte... Çok ani ve çok beklenmedik bir son...
Edita Morris'in kalemi gerçekleri büyük bir çıplaklıkla ve yalınlıkla gözler önüne seriyor.