Anlamsızlık, ne kadar da anlamlı bazen.

Bu evin banyosuna her girdiğimde içim buruluyor. Burnum sızlıyor. Pencere yerine konan o panjurumsu şeye takılıyor gözüm. O günü hatırlıyorum.
2013 Kasım'ında bir akşam babam gelmişti. İstanbul'da işi varmış, uzamış. Gece bende kalıp sabah dönecekti. Midesi ağrıyordu. Görüştüğü arkadaşının eşi ille de ye demiş, o gelecek diye de bizim oraların en ağır yemeklerinden yapmış. Ona yordu. Ondan değilmiş. Kısa bir süre sonra öğrendik.
Bir ara banyonun önünden geçti o akşam. O panjurumsu şey açıktı. Birkaç kez kapamayı denemiştim ama boyum yetmiyordu. Hani fena soğuk geliyordu oradan da. "Kızım kapasana bunu, donarsın valla bütün kış," dedi babam. "Ya denedim de kapatamadım babacım, boyum yetmedi," dedim. Gülümsedi. Gülümsemek zaten onun kimliği gibiydi. Hani böyle başını yavaş yavaş yana sallayışları vardır ya usul usul, güzel güzel seven adamların, böyle "seni gidi seniii!" ya da "cimcime" der gibi... Öyle başını salladı. Sonra kapadı o panjuru.
İşte o gün, bu evde içinde babamın da olduğu güzel gelecek hayalleri kurduğum son gündü.
Bu evin banyosuna her girdiğimde içim buruluyor şimdi. Burnum sızlıyor. O gün geliyor aklıma. Özlemek çok bir şey değilmiş, onu düşünüyorum. Asıl kurduğun hayallerin bir umuda hiç dönüşemeyecek olduğunu bilmek can acıtıcı.
Bazen biri bir şey söylüyor mesela. O kadar anlamsız geliyor ki. "Şuna bak," diyorum. Yargılayarak, küçümseyerek filan değil hani, biraz özlemle belki. "Şuna bak, ne anlamsız şey..." Üzülüyorum ya da bir şeye. Bir şeye kızıyorum. Bunalıyorum bazen de. Sonra bakıyorum, bir an öyle anlamsız, öyle anlamsız geliyor ki hepsi... Duygular değil de o duygulara o sebeplerin neden olması. Sonra düşünüyorum, o anlamsızlıklar olmasa, insan bir daha anlama tutunamazdı belki. O anlamsızlıklara takmasa, üzülmese, kızmasa, bunalmasa onlarla, bir anlamsızlığın içinde savrulur giderdi.
Anlamsızlık, ne kadar da anlamlı bazen.

Yorumlar