bir yapboz değil mi bu?

Klasiktir işte. Ne zaman bu eve gelsem ben, illaki bi tur gözlerimi gezdiririm kitaplarda. Her birinde bir başka insan gülümsüyor sanki. Ne bileyim,Emre Ayhan'dan ayrı düşünemiyorum nedense Dicle'nin Yakarışı'nı. Eh, Yaşar Kemal'in Karıncanın Su İçtiği'ne bakınca da o çaylı sohbetli kitap okuma seanslarımızda o şapşik kuzenimin kekeleye kekeleye spoiler vermeyi başarması ve toparlamak isterken daha da batırmasını hatırlayıp "Salak yaa..." diyorum illa.
("Ooo ikinci kitapta ada doluyo."
"Emreeee!"
"Ama valla sonra boşalıyo!")
Sonra Sevmek Ölmekle Başlar'ı görüyorum misal, adını beğendiğim için kitabı bana hediye etme nezaketi gösteren Sevil Hoca'yı hatırlıyorum.
Bostan'a bakıyorum sonra, Hüseyin Hoca'mın izini kaybettiğime üzülüyorum.
Konu ne ara buraya geldi ki? Başka bir şeyden bahsedecektim ben... Kitaplara bakıyorum işte (duygusallaşmadan geçelim burayı). Ardından ben ilkokula giderken babamın kendi çalışmaları için yaptırdığı velakin benim her fırsatta tepesine çökerek el koyduğum (ve şu anda da tepesinde bulunduğum) çalışma masasının çekmecelerini açıyorum mutlaka. Hâlâ duruyor lise yıllarından kalma bölük pörçük notlarım. (Orta okula girmeyelim, oradan kalan Sıcak Saatler filan hep...) Tebeşirler, ayraçlar, müzik derslerini kabusa çeviren o flütler (Halbuki flüt Süper Baba çalmaya yarar bence sadece) ilkokuldan kalma birkaç misket bile var. (Futbolcu kartlarımla tasolarımı ne yaptım acaba?) Bi zarf içinde bir sürü çocukça şiir... Bir de küçük ödev defter buldum az önce. (Hayatım boyunca ödev defterlerine hiç ödev yazmadım. Kokulu kağıt koleksiyonu işine de istemeye istemeye girmiştim zaten.) Her neyse, (bu çağrışım işini parantezlere hapsetmek iyi oldu bak, ucunu kaçırıyordum sonra. Tamamlanmış bütün öykülerim başka şeyler yazmak üzere masaya oturulduğunda yazılmış şeyler.) aldım defteri, 12-13 sene evvelinin şiirleri. (a harflerini bilgisayar/daktilo/matbaa tarzı yazmak için kendimi zorladığım günler... Neden? Çok sevdiğim bi örtmenim öyle yazıyordu çünkü. Ortak bi yanımız olsun istemiştim... Sonraları babam normal a yapıyor diye, biraz da kolayıma geldiğinden, ona döndüydüm ben de. Of, çağrıştı...)
İşte bi şiir gördüm o defterde... Gülümsedim. Bir kez daha idrak ettim, ruhumun doğum lekesi hüzün. O şiiri yazacaktım size. Uzattım. Affola.

 *
YAPBOZ

parçalara ayırarak sevmedim ki
hiçbir şeyi...
denizi
bütün balıklarıyla sevdim mesela
tek başına yıldızlar değildi sevdiğim
gökyüzünde sevdim hepsini,
elime almak değildi isteğim.
bağırışlarıyla sevdim annemi
kahkahasıyla olduğu kadar
yapmadıkları da vardı babamı sevişimde
en az yaptıkları kadar

ve kanatan yanlarıyla
hileli aynalarıyla
uzun yokuşlarıyla
canı yakışlarıyla sevdim
gizliden, yürekten gülümseyen hayatı
içindeki her şeye dağıtmış tebessümünü
göremezdim ki parçalara ayırsam.
bir yapboz değil mi bu?
bozanlara inat,
yapanlara gülümseyecek
elbette hayat.

Yorumlar