Yıllar Önce Bir Kuytuda Ağlayan Tanımadığım Kız Üzerine

Bundan bir beş altı sene öncesi olmalı. Akşam saati. Hava kararmış, zabıtaların mesaisi bitmiş, seyyar satıcılar Aksaray'ı iyiden iyiye işgal etmişti. Okuldan dönüyordum. Her zamanki gibi Yusufpaşa'da inmişim, altgeçidi geçmiş, o zamanlar açık olan metro kapısının yanından ilerliyorum.

Şu sıralar kapalı olan giriş kapısının arka tarafında, tam köşede zabıta amirliği vardır. Geceleri berbat bir sidik kokusu yükselir ordan. Karanlıkta kaldığı için parkta içenler daha çok içebilmek adına oraya boşaltır içtiklerini. Daracık bir ara... İşte tam o aralığın yanından geçerken, adetim değildir ama, sola çevirdim başımı. Çevirdiğim an gördüğüm görüntü yıllardır oradan her geçişimde aklıma gelir işte. Vicdan azabı mı başka bir şey mi bilmiyorum. Ama unutmak da istemiyorum. Hatırlayayım ki...

Yok, öyle travmaya neden olacak trajiklikte bir şey değil. Aksine şehrin her yerinde karşılaşabileceğimiz oldukça sıradan bir görüntü.

Çekik gözlü bir genç kız... Muhtemelen Koreli. Kore çekiğine benziyordu o gözler. Farklı çekiliştetir çünkü aslında her biri. sırtının bir kısmını duvara dayayarak çömelmiş. Topukları havada değil. Dümdüz basıyor. (Bu muhtemelen ben hiçbir zaman o şekilde çömelemediğim için dikkatimi çekti.) Kırmızı bir sırt çantasını kucağına almış, üzerine kapanmış. Ağlıyor. Çok iç parçalayıcı ağlıyor ama. Sık sık bir eliyle gözyaşlarını siliyor. Elleri bir arabanın son ayarda çalışan sileceği gibi. Zira ara sıra başımı çevirmek suretiyle toplamda onu gördüğüm yarım dakika içinde en az 3 defa işliyor elleri.

Adımlarım yavaşladı. Bir ancık durdum, sonra daha ağır ilerlemeye başladım. "Neyi var acaba? Yanına gitsem mi? May I help you mu desem yoksa is there a problem mı? La ağlıyor işte, is there a problem sen mi geldim gibi bir şey olur. Direk What's problem mı desem?" döngüsü hızla geçti aklımdan. Ama ben o sırada hep ilerliyorum. Ağır ağır uzaklaşıyorum oradan. Birkaç saniye sonra daha da koyuyor. "Düşünsene, bilmediğin, tanımadığın bir ülkedesin. Dilini bile bilmiyorsun. Kim bilir ne geldi başına. Çok feci lan!" Bu döngüyle bir parça daha uzaklaşmış oluyorum.

Birkaç saniyede bir dönüp bakıyorum ama. Bir defasında göz göze geliyoruz, ne yapacağımı şaşırıyorum. Elim ayağıma dolaşıyor. Belki yarım dakika içinde geçip gittim ordan ama o kadar uzun geliyor ki bana...

O kızın yanına gitmemiş, yardım etmeyi teklif etmemiş olmam içimde kaldı belki. Yıllar geçtiği halde her geçişimde bir kez daha hatırlıyorum. Neden gitmedim yanına? Bunun cevabını kendime veremiyorum. "Zaman çok değişti. İstanbul burası. Kimseye güven olmaz. Neler neler duyuyoruz. İnsanların vicdanını kullanıyorlar." Tuzak mıydı? Ne yapacaklardı, o daha kuytu köşeye çekip bıçaklayacak, soyacaklar mıydı? Arkada bekleyen bir işbirlikçisi mi vardı? Öldürürler miydi yani?

Öldürsünler anasını satayım! Yapmam gerektiğine inandığım bir şeyi yapmamış olmak kaç yıldır burkuyor içimi. Daha mı iyi?

Yorumlar

melike dedi ki…
Ena şu an sana çok kızgınım !! Niye gitmedin yanına, git işte git git , diye diye okudum. Ama Türk olsa eminim hiç tereddüt etmezdin. Ah ne olacak bizim bu dil konusundaki güven eksikliğimiz.. O deli cesaretli liselilerle takılalım en iyisi...
Şaka bir yana,gerçekten ne olursa olsun ,değerdi. .
ena dedi ki…
Sadece dille alakalı değil, daha farklı bir çekingenlik bu... Onların gözü çekik, benim ruhum çekinik... yuvarlandık gittik...
wimparella dedi ki…
ben de birinin otobüsten yanlış yerde inmesine sebep olmuştum yıllar geçti ama hala içimdedir yazık. :S